20 Şubat 2013 Çarşamba

İnterrail Yazılarına Başlarken...[İnterrail Yapmak İsteyenlere Öneriler İçerir]


İki yıl önce yapmak istediğim bir şeyi bugünden itibaren yapmaya başlayacağım. Ağustos 2011’de interrail yapma şansımız oldu. Çok güzel bir yirmi gün geçirdik. Deyim yerindeyse, Avrupa’nın önemli şehirlerini karış karış gezdik, yüzlerce yer gördük, değişik değişik insanlarla tanıştık, farklı şeyler hissettik, zihnimizde türlü türlü düşünceler tetiklendi. Kısacası hoş bir deneyim yaşadık.
Avrupa şehirlerini gezip görmek isteyen çok insan vardır. O yüzden “interrail yapmak” nedir onu kısaca açıklayayım. Belki birilerini hareket etmeye teşvik ederim :) Bildiğiniz gibi Avrupa’da inanılmaz bir demirağı var. Avrupa’nın herhangi bir köşesinden yola çıkıp ona en uzak köşeye kadar trenle gidebilme şansınız var. Peki bu kadar çok tren kullanmak çok pahalıya patlamaz mı? İşte interrail bileti sayesinde patlamıyor. 26 yaş altıysanız, 22 günde 10 gün, 10 günde beş gün ya da 30 gün boyunca her gün geçerli tek bir interrail bileti alıp schengen vize bölgesindeki bütün Avrupa ülkelerine girip çıkabiliyorsunuz. Tercih ettiğiniz bilet türüne göre ödeyeceğiniz para değişiyor. Bizim aldığımız bilet 22 gün içinde 10 geçerli olan biletti. Ki gezmek isteyen arkadaşlara en çok tavsiye edeceğim bilet türü bu. 10’da 5 çok kısa, 30 gün geçerli olanı da çok uzun. Sonlara doğru bıkmaya başlayabiliyorsunuz. Neyse devam edeyim, nasıl kullanıldığını anlatmaya. 22 gün içinde 10 gün geçerli biletinizin 10 gününde, bileti bir gün içinde istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz ve, örneğin 12 Ağustos’ta Prag’tan Berlin’e geçtiniz ve aynı gün Hamburg’a ve sonrasında Hannover’e iki trene daha bindiniz, bunların hepsi tek bir seyahat günü içinde sayılıyor ama bir günü aşmaması gerekiyor, aksi takdirde bir gününüz daha gidiyor. Kısacası bütün Avrupa’yı hızlı bir şekilde gezmek için iki şeye ihtiyacınız var: interrail bileti ve schengen vizesi. Bir de size refakat edecek, sizin gibi gezmeyi seven bir ya da iki arkadaş. Tek başına yapanlar da gördüm ama pek eğlenceli olacağını sanmıyorum :) Bu arada biz bileti 249 Euro’ya aldık (bilet parasını nasıl bulduğumuzu aşağıda anlatacağım).  Şimdi fiyatı ne kadar olmuştur bilmiyorum. Bu arada tek ülke içinde geçerli interrail biletleri de var. Mart 2013’te İspanya’yı böyle gezeceğiz. Bakalım :)


Bizim İnterrail turumuz 6 Ağustos 2011’de başladı 22 Ağustos 2011’de bitti. Biz iki kişiydik. Ben ve arkadaşım Gökhan Fırat. Sırasıyla Berlin, Amsterdam, Paris, Barselona, Roma, Floransa, Venedik, Viyana ve Prag’ı [ben fazladan Prag’ı gezdim, Gökhan da Budapeşte’yi] gezdik. 3 ayrı defterime aldığım notları yazanlara fazla müdahale etmeden bu blogta paylaşacağım. Ama önce interrail biletimizi alış sürecimizi anlatmak isterim. Yazının geri kalanı Özlem Hanım’a [Özlem Pansiyon]’a bir özür ve teşekkür yazısı olarak da okunabilir.
İngilizcede güzel bir söz var: “When there is a will, there is a way[to achieve it]” Türkçeye çevirecek olursam, “Niyet, istek olduğunda, bir yol bulunur elbet”. İşte bizim de Gökhanla uzun zamandan beri Avrupa’yı gezme planımız vardı. Planımız ve niyetimiz vardı olmasına ama paramız yoktu maalesef. Zar zor geçinebiliyorken, bir de 249 Euro’luk interrail biletini alacağız da uçak biletine para bulacağız da, nerde... Bu imkansızlığa rağmen gezme arzusuyla yanıp tutuşuyorduk. Tam bu sırada imdadımıza bizim gibi bir gezme aşığı olan Özlem Hanım yetişti. Özlem Hanım’ın Özlem Pansiyon isimli çok güzel bir blogu var (gezmeyi sevenlere evini sürekli açtığı için Özlem Pansiyon lakabını almış diye bir duyum aldım). O da gezi deneyimlerini orada paylaşıyor. Diğer gezginlerle iletişim kuruyor. Herhalde gezginler camiasında onu tanımayan yoktur. İşte Özlem Hanım, blogunda bir gezi yazısı yarışması başlattı. Ben ve arkadaşım Gökhan yazılarımızı yazıp yarışmaya hemen başvurduk. Büyük ödül sanırım 600 Euro’ydu. Konu gezme arzusuydu, ayrıca kazandığımız parayla ne yapacağımızı anlatmamız gerekiyordu. İkimizde yarışmayı kim kazanırsa, ödülü paylaşacağımıza dair sözleştik. Sonra ne mi olduk? Önce ikimiz finalist seçildik. Özlem Hanım, ikimiz de ödülü paylaşacağımızı belirttiğimiz için bizi ikili bir tek finalist yaptı, hatta adımız: Gökhan&Gökhan oldu. Uzatmayayım. Sonunda ikili olarak yarışmanın kazananlarından biri olduk! [yarışma yazılarımızı, bu yazının en altına ekliyorum].Böylece interrail bileti paramız çıktı. Bu nedenle Özlem Hanım’a sonsuz teşekkür borçluyuz. Onun sayesinde arzularımızı gerçekleştirme fırsatı bulduk. Aslında gezilerimizi, interrail dönüşü yazmaya söz vermiştik ama maalesef döner dönmez yoğun olarak çalışmamız gerekiyordu, o yüzden yazamadık. Çok ayıp oldu, umarım bu blog ile bu ayıbı örterim. Özlem Hanım’a şükranlarımı sunuyorum...
Ağustos’un başında tura başlamaya karar verdi. Sonra tesadüf ben temmuz sonunda Çek Cumhuriyeti’ne Üretici Dilbilim Yaz Okulu’na gitmeye karar verdim. Gökhan da aynı tarihte Macaristan’a AB gönüllü kampına gitti. Böylece ikimiz de interrail turu öncesine bir şey eklemiş olduk. Benim yaz okulu ile onun kamp benzer tarihlerde bitti. Onunki biraz daha erken bittiği için yanıma geldi ve Çek Cumhuriyeti’nden (Ceske Budojovice şehrindeydim, önce Prag’a geçtik oradan) Almanya’nın Berin şehrine geçerek turumuza başladık.
 Bu arada minik manevralarla kurtulduğumuz masraflardan da bahsedeyim, gezisever dostlara. Öncelikle öğrenci olduğumuz için okuldan pasaport harcı muafiyet belgesi aldık. Sadece cüzdan bedeli ödeyip 100-150 lira masraftan kurtulduk. Ben Çek Cumhuriyeti’ne eğitim amacıyla gittiğim için 65 Euroluk vize bedelini ödemedim. Gökhan AB kampına gittiği için uçak bileti bedelinin %70’i kampı düzenleyenler tarafından ödendi. Bu da herhalde 200-300 liralık bir masraftan kurtulmak anlamına geliyordu onun için. Yani talih bizden yanaydı. Önceden dediğim gibi When there is a will, there is a way ;
Unutmadan bunu da yazayım. Daha önce hiç yurtdışına çıkmamıştım ve gidiş bana inanılmaz zor geliyordu. Fakat şimdi o kadar kolay geliyor ki! Sırf bu yüzden bile yurtdışına çıkmak gerek!
Neyse artık defterde uyuyan kelimeleri internet denen engin zihne aktarmak zamanıdır!
Özlem Pansiyon’u takip etmek isteyenlere: http://ozlem-pansiyon.blogspot.com/
20 Şubat 2013
Yarışmadaki yazılarımız:
03 Haziran, 2011

Benim Yazım:

İsmim Gökhan Doğru. 22 yaşındayım. Antakya doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümü dördüncü sınıf öğrencisiyim. Ayrıca Nazım Hikmet Akademisi Edebiyat Bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Edebiyatla yoğun olarak ilgileniyorum. Okumayı ve yazmayı, gezip görmeyi, gördüklerimi yazmayı çok seviyorum. Bunların dışında dil ve felsefe ile ilgileniyorum, yüksek lisansta dil felsefesi üzerine çalışmayı planlıyorum; yine de bütün etkinliklerimi sadece odaya kapanmak yerine dışarıda dünyayı keşfederek geçiriyorum, böyle geçirmeye devam etmek istiyorum fırsatlar elverdikçe.



Yolların Çağrısına Kulak Vermek

“Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin”


Durmak yoruyor insanı; arzularını köreltiyor, salonumuzda duran ölü biblolardan bir farkımız kalmıyor sonra... Yollar ise yeniliyor, arındırıyor, öğretiyor, zinde tutuyor... Gitmek gerekiyor. Dağlarsa dağlar, denizlerse denizler, medeniyetse medeniyet... “Hürriyete doğru” bir yolculuğa çıkmak, gezmek ve baktığını görmek gerekiyor.

“Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.”


Daha on yaşlarında küçük bir çocukken kardeşlerimi, arkadaşlarımı kandırır Antakya’yı çepeçevre saran dağlara çıkardık. En yükseğe ulaşmanın, ayaklarımızın altında uzanan koca şehri seyretmenin heyecanı ve coşkusu ile mutlu olurduk, her tırmanış ve seyir bir sonraki gezinin özlemini doğururdu içimizde, daha o an ve o saniyede. Hani “yollar çağırıyor” diye bir deyim vardır. Odanızda masanıza kurulmuş durgun durgun düşünürken kaynağını bilmediğiniz bir ses kalbinizi titreştirir ve dayanamaz olursunuz dört duvara. İlk önce odanızın kapısı, sonra evinizin, apartmanınızın kapısı bir bir açılır; sokaklar caddeler derken birden kendinizi sizin olan
yollarda bulursunuz, hiçbir yere ait değilsinizdir, keşfedeceğiniz koca bir dünya vardır. Yollar da cömerttir, zaten onların davetlilerisinizdir.

“Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,”

İşte geçen yıl Ağustos ayının sonlarında yollara duyduğumuz özlemi yine yoğunlamasına yaşarken ilk büyük gezi projemize başladık en yakın arkadaşımla: Türkiye’de rayların uzandığı her yeri gezecektik. Sonra dünyaya sıra gelecekti. Önce benim memleketimi, Antakya’yı güzelce gezdik (gözümüz arkada kalmasın diye). Sonra Adana’ya geçip rayları takip ettik, trenin uzanamadığı yerlere otobüsle gittik. Üç haftalık harika bir deneyim yaşadık, son trenimiz Haydarpaşa’ya yanaşırken içimizdeki coşkuyla artık sonraki yolculuğumuzun planlarını yapıyorduk. Ne de olsa yolların kopardığı kıyametler nice deneyimlere ve güzelliklere gebeydi:

“Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?”


Belki donanmalar değil ama bu yılki planımızda yeni şehirler, yeni yüzler, yeni dünyalar var. Nazım Hikmet’in izinden Prag, Da Vinci’nin izinden Roma, Gaudi’nin izinden Barselona, iki farklı yüzüyle Berlin, sürgün yazarların şehri Paris, kısacası koca Avrupa. Adaşım, arkadaşım ve yoldaşım Gökhan’la bu yaz özgün bir Avrupa turu yapmak istiyoruz raylar üstünde, Avrupa’nın dokusuna nüfuz ederek. Türkiye turunda doldurduğum üç not defterine, yeni on tanesini
daha eklemek istiyorum ben de. İkimiz de başvuracağız bursa, ikimizden birine çıkarsa yarı yarıya paylaşacağız, kalanı da kendimiz tamamlamaya çalışacağız.

Şimdiden duyuluyor yolların çağrısı kulaklarımda içimdeki, yollarda olmak arzusu kabarıyor kabarıyor, bir denize dönüşüyor, artık Orhan Veli’nin “Hürriyete Doğru” şiirinin izinden yollarla özlem gidermek ve hürriyete yönelmek vaktidir!

“Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...”

Gökhan Fırat’ın Yazısı:

İsmim Gökhan Fırat. Trakya Üniversitesi Mütercim Tercümanlık (İngilizce) bölümü üçüncü sınıf öğrencisiyim. Ayrıca amatör tiyatrocu ve amatör fotoğrafçıyım. Görsel sanatlara yoğun bir şekilde ilgi duyuyorum. Edirne’de yönetmenliğini ve metin yazarlığını yaptığım amatör bir tiyatro grubumuz var. Şu ana kadar yazdığım oyunlar kendi grubumuz içerisinde oynandı ve birkaç şehirde turneye çıktı. Bir metin yazarı olarak görmek, hissetmek, tanımak her zaman malzeme sağlamıştır bana. Gezdiğim, gördüğüm yerler, tanıştığım insanlar hep zihnimde yeni oyunlara, yeni senaryolara gebe olmuştur. Bunların yanında ayrıca bisiklet sporuyla da ilgileniyorum. Edirne dümdüz bir şehir olduğu için kendi bisikletimle her yere (okula, çarşıya, pazara, eşe, dosta) bisikletimle gidiyorum. Bunun yanında üyesi olduğum bisiklet topluluklarıyla sürekli olarak uzak yerlere bisiklet turları yapıyoruz.

Arkadaşım ve adaşım Gökhan Doğru ile birlikte geçen sene Tren Tur Kartı alıp üç haftalık bir Türkiye turu yaptık. Bu seneki idealimiz ilk defa yurt dışına çıkmak. İkimiz de bursa başvuruyoruz. İkimizden birine çıkarsa yarı yarıya paylaşacağız. Arkadaşım Gökhan edebiyatla uğraşıyor, öyküler, şiirler yazıyor. Bu gezilerin bize sağladığı en önemli şey bizi beslemesi; yazmamızı ve üretmemizi sağlaması.

Şu an için çektiğim fotoğrafları yayınladığım bir blogum var (http://gokhanfirat.blogspot.com/). Amacım, görsel olarak yaptığım her şeyi burada yayınlamak. Gezdiğim her yerin resmini koymaya çalışıyorum ve temize geçmeyi bekleyen yolculuk notlarım var. Onları da en kısa sürede bloguma koyacağım.

Yollara Özlem

On bir yaşında bir çocuk…

Büyüyen ellerinde küçülen bir torba. Gelen geçen otobüslerde, giden gelen insanlara bir şeyler satmaya çalışıyor: Pişmaniye. ‘Alan da pişman, satan da pişman’ diyor insanlar hep.

İnsanlar Gebze terminaline sadece gitmek için gelirlerdi. İçlerinde kadınlar, erkekler, yaşlılar, çocuklar, her yaştan, her düşünceden, her ırktan, her inançtan ve en önemlisi Türkiye’nin her karışından insanlar taşıyan, mazotla çalışan dört tekerlekli köprüler…

İlk kez o otobüslerde âşık olmuştu, ilk ve son kez gördüğü yaşıtı kızlara. İlk kez o otobüslerde Kars peynirinin kokusunu almış, Hatay’a özgü kıyafetleri görmüş, tatile giden insanların nasıl giyindiklerine şahit olmuştu…

Orası Gebze Otobüs Terminali’ydi: Herkesin gitmek için geldiği yer… Orası Türkiye’nin kalbiydi onun için. Memleketine gitmek isteyen hemen hemen herkes onun gözetiminden geçmek zorundaydı. Onun o meraklı gözlerine takılmadan geçen kimse olmazdı.

Herkesin gitmek için geldiği yerde sabit durmak zordu. Tüm o otobüslere binip bir yerlere giden insanları görüp de yerinde durmak kolay değildi. O yaştaki bir çocuğun en büyük merakı olmuştu. ‘Nereye gidiyor bu insanlar’ ‘Gittikleri yerde ne yapacaklar’ ‘İzmir, Ankara, Erzurum, Hatay, Mersin, Denizli nasıl yerler?’ Hep bu sorularla dolu gözleri akşam kapağında ise beyninde cevaplanıyordu tüm bu sorular:

‘İzmir, çiçeklerle dolu, deniz kokan bir yerdir. Çünkü İzmir otobüslerindekilerin çoğu deniz kokuyordu.’

‘Ankara, insanlarla dolu siyaset kokan bir yerdir. Çünkü hep resmi kıyafetler giyen, ellerinde iş çantaları olan, asık suratlı, ciddi insanlar vardı Ankara otobüslerinde.’

‘Hatay’da güneş hep en tepede duruyor olmalıydı. Herkes esmerdi, hatta Arapça konuşuyorlardı.’

İşte hep o otobüslerde bir yere giden insan olmak istiyordu. Bir amacı olmak zorunda değildi, sadece bir yere gitmek istiyordu. Yıllarca baktığı o insanlar gibi olmak istiyordu.

Belki oradayken bir yerlere gidemedi o çocuk. Ama orası, o çocuk için özgürlüğün başladığı yer olmuştu adeta. Özgürlük, hareket etmek olmuştu onun için. Durduğu anda esir olacakmış gibi hissediyordu hep.

Her geçen yıl özlemi daha da artıyordu o dört tekerlekli taşıyıcılara karşı. 18 yaşında genç bir delikanlı olmuş, üniversiteyi başka bir şehirde kazanmış, herkesin gitmek için geldiği yere uğramış, kendi istediği bir yere hareket etmişti. Gitmek ne güzel şeymiş!

İşte o günden sonra, o çocuk hep gitti. Gebze’den banliyo trenine binip İstanbul’a gitti, o tarihi şehri adım adım, karış karış gezdi, köprülere çıkıp İstanbul’u kokladı gözleri kapalı. Vapura atlayıp Bursa’ya gitti, tophaneye çıkıp Bursa’yı gözlerinin altına aldı.

Ama o, daha uzaklara gitmek istiyordu. O otobüslerde gördüğü ve iki dakikalığına âşık olduğu kızları görmek, Kars peynirinin tadına bakmak, Hatay’ın insanlarıyla tanışmak, Erzurum’un soğuğunu hissetmek istiyordu.

Yıllarca rüyalarında gördüğü o suratları, kokusunu aldığı o şeyleri, resmini çizdiği o şehirleri görmek zamanı gelmişti artık. 2010 Ağustos’u artık özgürlüğe koşmanın zamanıydı. En yakın ark-adaşı, adaşı da onun gibi hayaller kuruyordu. Dört tekerlekli, kırk dört koltuklu insan taşıyıcısına atladığı gibi Hatay’a gitti.

Sadece otobüs değildi onun hayallerini süsleyen. İnsanları bir yerlere götüren her şeye karşı büyük bir özlem duyuyordu. Trene binmek gerekti. Trenle Adana, Antep, Mersin, Eskişehir, Ankara, Konya, İzmir, Denizli, Aydın’a gitti… Yetmiyordu, bir türlü doymuyordu. Tren nereye giderse oraya gitmek istiyordu. Ve o tren, o bilmem kaç tekerlekli, bilmem kaç koltuklu ray-üstü insan taşıyıcısı bir yere kadar gidiyordu hep.

Yetmiyordu. Daha uzağa gitmek gerekliydi. Dünyada daha fazla insan vardı konuşacak. Daha fazla koku vardı koklayacak. Artık rüyalarında farklı resimler çiziyor, farklı senaryolar yazıyordu. Hiç tanımadığı insanlar, İngilizce, Almanca, Fransızca konuşuyordu onunla. Artık uçmak da istiyordu. Göklerden aşağıya bakmak, inince yukarıya bakmayı arzuluyordu.

Tıpkı on bir yaşında, elinde bir torba ‘hayırlı yolcuklar abi’ diyen o çocuk gibiydi yine…

Yirmi iki yaşında bir çocuk… Büyümüş ellerinde bir kalem. Sizlere bir şeyler söylemeye çalışıyor: ‘Beni de alın, alan da veren de pişman olmayacak, söz veriyorum.’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder