9 Şubat 2013 Cumartesi

Gezmenin Felsefesi ve Dürtüsü: Merak


İnsanı gezmeye sevk eden en ilkel dürtüsü merak sanırım. Merak, insanın, kendini tekrar eden bir sistemin tutsaklığından kaçıp yeniye koşuş enerjisidir. Merak da bilinenden alışkanlıktan uzaklaşma isteği. Alışkanlık öylesine pis bir derttir ki insan yeninin içinde ne olacağını (bu kötü bile olsa) bilmeden, yeniye koşmayı yeğler. İlginçtir, birçok insan rahat’ı kovalar. Rahata erme arzusu, bütün rahatsızlıklara katlanmanın temelinde yatar. “Şu bir iki yıl biraz katlanayım, sonra evim barkım olur, rahatlarım.” “İş zor ama ne edersin, rahata ereceksek biraz katlanalım, ne olacak, giden bir iki yıl olsun.” “Rahat istiyorsan, katlanacaksın.” “Olsun, sonunda rahatlık var.” Bunca rahatlama isteği (hem bireysel hem de toplumsal) varken merak dürtüsünü takip edebilmek büyük enerji istiyor. Hele ki kendini yineleyen toplumsal mekanizma, her şeyin bilindiğini ve tek yapılması gerekenin çok çalışıp para kazanmak ve “hayatını kurtarmak” olduğunu bas bas bağırırken...
İnsan bir yandan yaşıyor, diğer yandan yaşamının genel şartlarını inşa etmeye çalışıyor. Bu inşa sürecine ben, insanın kendi yaşam felsefesini yaratışı diyorum. Dil yetisine sahip her insan (yani herkes) kendi varlığını sorguluyor, sorgulamak zorunda. Kimisi cevabı bulduğunu düşünüp duruluyor, kimisi sonsuza dek merak dürtüsünün peşinden gidiyor. Cevap bulduğunu düşünenler de ara ara “Ya yanlış düşünüyorsam?” diye soruyorlardır tabii, fakat rahatlıklarını bozmak istemiyorlar. İkinci kategorideki merakın izinden giden insanlar ise türlü yollara giriyorlar. Bilimin izinden gidiyorlar, felsefenin izinden gidiyorlar, sanatın izinden gidiyorlar ya da yalnızca gidiyorlar uzaklara... Kendilerine bir bilinmeyen tanımlayıp onun peşinden en uzaklara... –Kâinatın sonuna- en yakına...-Atomaltı parçalara- yolculuğa çıkıyorlar; en derin sorulara... -Neden varız? Hayat nedir? Güzel Nedir? İyi nedir?- yanıt arıyorlar. En önemlisi içinde bulundukları durumun rahatlığına boyun eğip meraklarını köreltmiyorlar. Hareket ediyorlar. Hareket ediyoruz. (yazar burada ikinci çoğul şahsa geçer) İçimizde bir keşfetmek arzusu yatıyor, görülmeyeni görmek, görülmüşe farklı bir açıdan bakmak, anlam evrenimizin içine katmak için, zaman ve mekân içinde beş duyu organının tanıklığında deviniyoruz. Güneşin toprak ve suyla dansında, insanla ve insansız neler yapabildiğini görmek ve genel anlamda hissetmek maksadıyla yürüyoruz. Bu blog şehirleri adımlayacak, bilinemezliklerine meydan okuyacak, içlerine sızıp hislere ve düşüncelere dalacak, merak edecek, varoluşsal kaygıları merakla harmanlanan süzülüşüyle arayacak, insanlar ve nesneler arasında olup gidecek...
Okulda, evde, gazetede, bilgisayarda (eskiden televizyonda derdim, ne garip!) her gün birçok şehrin adını duyarız. Çok azını görsek de hepsinin var olduğuna inanırız. Değil mi? Fakat teoride var olmuyor olma ihtimalleri yok mudur? Mesela size Paris diye bir şehir yoktur desem? O şehre gitmemişseniz, iddiamı nasıl çürütebilirsiniz? Gördüğünüz resimlerden? Gidenlerin anlattıklarından? Yazılanlardan? Teoride hepsinin yanılıyor olma ihtimali yok mu? Var. Görünüşe göre inanılabilecekler, beş duyu organı ile algılanılabilecek kadarı? (hatta bu bile şüpheli). O halde en azından dünyanın içindeki bütün şehirleri ile var olduğuna inanmak için önce mahallenden, sonra ilçenden, sonra ilinden, ülkenden çıkman gerekmez mi? Ben merak ediyorum, benden farklı olanı, mekânımdan uzakta olan insanı, farklı şehirlerin bana hissettireceklerini, düşündüreceklerini, insan olmanın manasını... Bugüne kadar yurtiçinde ve yurtdışında birçok şehre gittim, gitmeye devam edeceğim. Dar gelirli bir insan olarak bunu yapmam çok zor tabii. Fakat inandığım bir şey var ki o da bir şeyi amaçladıktan sonra o amaca ulaşacak vasıtalar bir şekilde yaratılabiliyor. Şimdiye kadar öyle oldu, bundan sonra da öyle olacak, biliyorum. Şimdiye kadar 60-70 şehirde bulundum, öncelikle onlardan başlayacağım yazmaya, sonra hep yeni yeni şehirleri ekleyeceğim gezdikçe, gördükçe, dünyayı yeniden ve yeniden deneyimledikçe... 555 şehre ulaşana dek... Ve felsefe her zaman zihnimizin motoru olarak yaşayacak bu yolculuklarda... Kalem bunlara tanıklık edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder