İnsanı gezmeye sevk eden en ilkel dürtüsü merak sanırım. Merak, insanın,
kendini tekrar eden bir sistemin tutsaklığından kaçıp yeniye koşuş enerjisidir.
Merak da bilinenden alışkanlıktan uzaklaşma isteği. Alışkanlık öylesine pis bir
derttir ki insan yeninin içinde ne olacağını (bu kötü bile olsa) bilmeden,
yeniye koşmayı yeğler. İlginçtir, birçok insan rahat’ı kovalar. Rahata erme arzusu,
bütün rahatsızlıklara katlanmanın temelinde yatar. “Şu bir iki yıl biraz
katlanayım, sonra evim barkım olur, rahatlarım.” “İş zor ama ne edersin, rahata
ereceksek biraz katlanalım, ne olacak, giden bir iki yıl olsun.” “Rahat
istiyorsan, katlanacaksın.” “Olsun, sonunda rahatlık var.” Bunca rahatlama
isteği (hem bireysel hem de toplumsal) varken merak dürtüsünü takip edebilmek
büyük enerji istiyor. Hele ki kendini yineleyen toplumsal mekanizma, her şeyin
bilindiğini ve tek yapılması gerekenin çok çalışıp para kazanmak ve “hayatını
kurtarmak” olduğunu bas bas bağırırken...
İnsan bir yandan yaşıyor, diğer yandan yaşamının genel şartlarını inşa
etmeye çalışıyor. Bu inşa sürecine ben, insanın kendi yaşam felsefesini yaratışı
diyorum. Dil yetisine sahip her insan (yani herkes) kendi varlığını sorguluyor,
sorgulamak zorunda. Kimisi cevabı bulduğunu düşünüp duruluyor, kimisi sonsuza
dek merak dürtüsünün peşinden gidiyor. Cevap bulduğunu düşünenler de ara ara “Ya
yanlış düşünüyorsam?” diye soruyorlardır tabii, fakat rahatlıklarını bozmak
istemiyorlar. İkinci kategorideki merakın izinden giden insanlar ise türlü
yollara giriyorlar. Bilimin izinden gidiyorlar, felsefenin izinden gidiyorlar, sanatın
izinden gidiyorlar ya da yalnızca gidiyorlar uzaklara... Kendilerine bir
bilinmeyen tanımlayıp onun peşinden en uzaklara... –Kâinatın sonuna- en
yakına...-Atomaltı parçalara- yolculuğa çıkıyorlar; en derin sorulara... -Neden
varız? Hayat nedir? Güzel Nedir? İyi nedir?- yanıt arıyorlar. En önemlisi
içinde bulundukları durumun rahatlığına boyun eğip meraklarını köreltmiyorlar.
Hareket ediyorlar. Hareket ediyoruz. (yazar burada ikinci çoğul şahsa geçer)
İçimizde bir keşfetmek arzusu yatıyor, görülmeyeni görmek, görülmüşe farklı bir
açıdan bakmak, anlam evrenimizin içine katmak için, zaman ve mekân içinde beş
duyu organının tanıklığında deviniyoruz. Güneşin toprak ve suyla dansında,
insanla ve insansız neler yapabildiğini görmek ve genel anlamda hissetmek
maksadıyla yürüyoruz. Bu blog şehirleri adımlayacak, bilinemezliklerine meydan
okuyacak, içlerine sızıp hislere ve düşüncelere dalacak, merak edecek,
varoluşsal kaygıları merakla harmanlanan süzülüşüyle arayacak, insanlar ve
nesneler arasında olup gidecek...
Okulda, evde, gazetede, bilgisayarda (eskiden televizyonda derdim, ne
garip!) her gün birçok şehrin adını duyarız. Çok azını görsek de hepsinin var
olduğuna inanırız. Değil mi? Fakat teoride var olmuyor olma ihtimalleri yok
mudur? Mesela size Paris diye bir şehir yoktur desem? O şehre gitmemişseniz,
iddiamı nasıl çürütebilirsiniz? Gördüğünüz resimlerden? Gidenlerin
anlattıklarından? Yazılanlardan? Teoride hepsinin yanılıyor olma ihtimali yok
mu? Var. Görünüşe göre inanılabilecekler, beş duyu organı ile algılanılabilecek
kadarı? (hatta bu bile şüpheli). O halde en azından dünyanın içindeki bütün
şehirleri ile var olduğuna inanmak için önce mahallenden, sonra ilçenden, sonra
ilinden, ülkenden çıkman gerekmez mi? Ben merak ediyorum, benden farklı olanı, mekânımdan
uzakta olan insanı, farklı şehirlerin bana hissettireceklerini,
düşündüreceklerini, insan olmanın manasını... Bugüne kadar yurtiçinde ve
yurtdışında birçok şehre gittim, gitmeye devam edeceğim. Dar gelirli bir insan
olarak bunu yapmam çok zor tabii. Fakat inandığım bir şey var ki o da bir şeyi
amaçladıktan sonra o amaca ulaşacak vasıtalar bir şekilde yaratılabiliyor.
Şimdiye kadar öyle oldu, bundan sonra da öyle olacak, biliyorum. Şimdiye kadar
60-70 şehirde bulundum, öncelikle onlardan başlayacağım yazmaya, sonra hep yeni
yeni şehirleri ekleyeceğim gezdikçe, gördükçe, dünyayı yeniden ve yeniden
deneyimledikçe... 555 şehre ulaşana dek... Ve felsefe her zaman zihnimizin
motoru olarak yaşayacak bu yolculuklarda... Kalem bunlara tanıklık edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder