18 Şubat 2013 Pazartesi

2. Eğirdir-Isparta



İkinci yazım, kısa ve ilginç Eğirdir gezim hakkında olacak. Eğirdir’in ikinci sırada yer almasının nedeni, en son gezimi oraya yapmış olmam. Evden çıkarken Eğirdir’e gezmeye gitmek için çıkmamıştım. Isparta’da askerliğe başlayacak kardeşime refakat etmek maksadıyla yola çıkmıştım. Kardeşimi, Isparta merkezdeki birliğine teslim ettikten, akşamki otobüs saatine kadar nereleri gezebilirim diye bakındım. Isparta merkezde gezilecek güzel yerler bulamadım. Ben de şansımı çevre ilçelerde deneyeyim dedim. Hatay’dan otobüsle gelirken göl ve dağ arasında sıkışmış Eğirdir ilçesini görüp merak etmiştim. Sabah şafak sökerken göl mistik bir havaya bürünmüştü. Yeniden ve yavaş yavaş deneyimlenmeliydi!
Eğirdir minibüslerinin kalktıkları yeri buldum. İlk gelen minibüse atlayıp yola çıktım. Isparta merkezden Eğirdir’e yol 30 dakika sürüyor. Bilet dört lira.
---
Hava garipti. Kah güneş çıkıyordu, kah etrafı bulutlar dolduruyordu, kah yağmur yağıyordu ama herhalde günün galibi güneşti, en çok onu gördüm. Yarım saatlik minibüs yolculuğu boyunca dışarıyı seyrettim. Toros Dağları bütün heybetleriyle Isparta ovası çevresini dantel gibi sarmışlar. Bir Akdenizli olarak Torosları Akdeniz cephesinden denizle birlikte görmeye alışmışım. Şimdi gözümün önünden geçen heybetli dağlar bana bu yakadan tuhaf görünüyorlar. Ve işte en büyükleri: Davraz Dağı! 2635 metreymiş. Gördüğüm en büyük dağ herhalde. Doruğu nadiren görünüyor. Çoğunlukla kar ve bulutla kaplı. Gündüz tanıştığım asker adaylarının söyledikleri geri geliyor aklıma: ‘Bizi oraya çıkaracaklar. Dört gün orada kalacağız. Sonra bir hafta!’ Böyle bir dağda bir gece bile kalmak fikri korkutucu.
Minibüs yavaş yavaş bir tepeyi tırmanıyor. Yol boyunca tek tük evler var. Evler genelde büyük tarlaların ortasına yapılmış ve birbirlerinden yalıtılmış duruyorlar. İnsanlar burada yakınlaşmayı tercih etmemiş herhalde. Ayrıca Toros Dağlarının ördüğü setlerden olacak bitki örtüsü çok cılız. Tarlalarda ekilmiş ağaçları saymazsak, neredeyse hiç ağaç yok. Dağlar, tepeler çıplak.

Tepe bitip de minibüs inişe geçtiğinde hem Eğirdir Gölü hem de Eğirdir ilçesi belirdi. Şehrin hemen girişinde, yine koca bir dağın eteğinde Komando Okulu var. Sanırım bu küçük ilçenin ekonomisi de bu okuldaki askerlere dayanıyor, gözlemlediğim kadarıyla askeri malzeme satan birçok mağaza var (algıda seçicilik de olmuş olabilir).

Şehir merkezine yetişmeden indim. Göl kenarında ta şehir merkezine kadar giden güzel bir yürüyüş parkuru olduğunu gördüm. Etrafta kimsecikler yoktu. Daha ilk adımlarımı attığım anda yağmur çiselemeye başladı. Aldırmadım. Yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Bazen durup gölü seyrettim. Evet, çiseleyen yağmur göle ayrı bir güzellik katıyor. Yürüdükçe yürüdüm, göl kenarında yapraklarını dökmüş birçok güzel ağaç vardı. Bu göl kenarında ağaçlara yapraksızlık bile yakışıyordu. Şehir merkezine kadar kıyıdan ilerledim. Ama şehrin içine girmedim, kıyıdan devam ettim. Bu arada yağmur durdu, bulutlar birbirlerine darılıp arayı açtılar ve güneş bütün parlaklığı ile belirdi. Gölün üzerinde güzel bir gökkuşağı belirdi. Şehir merkezinden gittikçe uzaklaştım, gölü rahat seyredebileceğim bir yer buldum. Kayaların üzerine çıktım. Sonra gölü ve geniş çerçevede bütün doğayı hayretle seyre daldım. 

Göl’de mavinin ne kadar da çok farklı tonu vardı! Kıyıda berrak bir mavilik, sonra hafif koyulaşan bir mavilik, sonra birden bire derin bir koyuluk, sonra yeniden farklı tonlarda açıklaşıp berraklaşmalar, güneş ışıklarıyla menevişlenen maviler, soluk maviler, göl yüzeyine çöken ince sis tabakasının buz maviliği... Bir de buna gökyüzünün türlü tonlarda maviliği eklenince, kendimi bir maviler senfonisinde buldum sandım. “Bu dünyada ne kadar insan varsa bir o kadar mor” diyor Bedri Rahmi; bence bir o kadar da mavi var. Belki her su damlası kadar... Güneş yeniden bulutlara teslim olunca bunca mavinin üzerine bir koyuluk perdesi çekildi. Olsun, yine de mutluydum, doğanın bir parçası olmuş gibiydim. Ben de mi maviydim? Bilmem. Kafamda, önceki gece otobüsteyken izlediğim Mustafa Hakkında Her Şey filminin müziği Mor ve Ötesi’nin ‘Hayat’ şarkısı durmadan çalışıyordu (sonra dayanamadım telefondan açtım, dinledim):

“uğraş didin farklı şeyler yapmak için
üç kişi ya da beş kişi anlar
ve zaman, ve zaman farklı yüzlerle
bazen yanında bazen arkanda”

Doğanın devinimi ile zihnimizde olup bitenler arasında en azından tek yönlü bir ilişki olduğu aşikar. Gözlerim doğanın bu güzel ama karamsar görünümünü ve devinimini zihnime sunarken kulaklarım gölün dalgaların kısık sesini ve uzaklarda çakan şimşeklerin seslerini yine zihnime armağan etmekle meşguldüler. Durdum, durdum, durdum. Sonra göle doğru sokulan buruna doğru yürüyüşe geçtim. Şiddetli bir yağmur bastırdı. Oturacak bir yer aradım. Göl kenarında bulabildiğim tek kafeye geçtim. Sıcak bir kahve içtim. Yağmuru seyrettim. Ne tarihi ve turistik yerleri ziyaret ettim, ne farklı insanlarla tanıştım, ne de şehre özgü yemeklerden tattım; burada tanık olduğum doğa bütünlüğü bana yetti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder