9 Kasım 2015 Pazartesi

Gezdiğim Şehirlere Dair Yazdığım Bütün Yazılar


Blogtaki yazılara düzenli şekilde ulaşmayı kolaylaştırmak için kullanıcı dostu bir yazı.
Bloga daha düzenli bir tema bulana kadar burayı güncellemeyi planlıyorum.

1. Barselona, Katalonya, İspanya

http://goo.gl/FVUwPF

2. Eğirdir, Burdur

http://goo.gl/jfRJdL

3. Cesky Krumlow, Çek Cumhuriyeti

http://goo.gl/m4gK8Y

4. Girona, Katalonya, İspanya

http://goo.gl/8LD5p9

5. Berlin, Almanya

http://goo.gl/4Y72Zy

6. Amsterdam

http://goo.gl/QDXLTX

7. Paris

http://goo.gl/2uJMy7

8. Yine Barselona

http://goo.gl/vdFrWF

9. Roma

http://goo.gl/ZDCZZj

10. Floransa

http://goo.gl/6K5pYJ

11. Venedik

http://goo.gl/jS3vNs

12. Kaş, Antalya

http://goo.gl/dCwG5X

13. Granada, Endülüs, İspanya

http://goo.gl/NJ43Ge

14. Viyana, Avusturya

http://goo.gl/Alfts5

15. Gökçeada

http://goo.gl/lqDS1M

16. İspanya'nın Bask Özerk Bölgesi

http://goo.gl/YPxiyJ

17. Ronda, Malaga, Endülüs, İspanya

http://goo.gl/Bi9yN4

18. Blogtaki en çok tıklanan yazım, İnterrail Nasıl Yapılır

http://goo.gl/wNIw99

19. Atatürk Arboteumu, İstanbul

http://goo.gl/u9U9UR

20. Defne Yolu, Samandağ, Hatay

http://goo.gl/jJRrA0

21. Ucuza Gezmek için bazı teknikler

http://goo.gl/qCfbjn





20 Eylül 2015 Pazar

İspanya'nın Malaga şehrine bağlı Ronda'ya yolculuğumuzdan fotoğraflar.

 Ronda, İspanya'nın Endülüs özerk bölgesinde bulunan Malaga'ya bağlı hoş bir Endülüs şehri.

(Bu fotoğrafı internette buldum, Ronda'nın tam olarak nasıl bir coğrafi konumunun olduğu görülsün diye başa koydum)


2- Büyükçe bir uçurumun kenarına dantel gibi işlenmiş. Tijo Nehri dev bir vadi oluşturmuş ve şehrin eski ve yeni yanını birbirinden ayırmış.






 Şehrin bu iki yakasını birbirine bağlayan "Puente Nuevo" (Yeni Köprü) şehrin sembolü.


Endülüs bölgesinde boğa güreşini çok seviyorlar. Ronda'da da çok ilginç bir arena var. Fotoğraf arenanın önünden.







Hoş meydanlar ve bu meydanları süsleyen portakal ağaçları Endülüs'ün simgesi.






Hemingway de dahil birçok yazar Ronda'yı ziyaret etmiş ve "Viajeros Romanticos" isimli bir akım doğmuş. Koca bir duvarda Ronda'nın bu özelliği resmedilmiş.


Uçuruma komşu olmanın estetik getirileri var :)

7 Ağustos 2015 Cuma

San Sebastian, Bilbao ve Diğer Şehirleriyle İspanya'nın Bask Bölgesinden 15 Fotoğraf

Temmuz 2015'te İspanya'ya bağlı Bask Ülkesine (Pais Vasco) yaptığımız yolculuktan 15 fotoğraf.

1. Bask Ülkesi. Bask Özerk Yönetimin resmi bayrağı. Bask Ülkesi, Avrupa'nın en eski halklarından biri. Bask dili ise Avrupa'daki hiçbir dille akrabalığı olmayan nev-i şahsına münhasır bir dil. 




2. Hondarribia. Fransa İspanya sınırında bir kasaba. Atlantik Okyanusu ile Bidasoa Nehrinin kesiştiği nokta üzerine kurulmuş. Genelde kalburüstü turistlerin tercih ettiği bir yer.





3.  Hondarribia. Kaş'ı andıran bir güzelliği var. Lakin acayip pahalı bir şehir. Kahverengi, yeşil ve bordo renklerine boyanmış ahşap balkon ve pervazları çok şık.



 4. Pasaia. Hondarribia'nın biraz güneyinde, yaklaşık 20 dakika uzaklıkta nefes kesici güzelliğe sahip Pasaia şehri var. Bu şehir de Atlas Okyanusu ile Oiartzun Nehri'nin birleştiği konumda yer alıyor. Aslında bu örüntü Bask Ülkesi boyunca devam ediyor. Bölge Karadeniz Bölgesi gibi sulak bir bölge olduğundan çok fazla nehir var ve nehirlerin okyanusla buluştuğu her yere küçük/büyük kasabalar kurulmuş. Aşağıdaki örneklerde göreceksiniz zaten.



5. Pasaia.  Nehrin iki yakasında hoş deniz fenerleri var. Aynı zamanda bu kıyıdan Camino de Santiago'nun patikaları da geçiyor. Aşağıdaki fotoğraf bu patikalardan birinde kısa bir yürüyüşümüz sırasında çekildi.


6. Donostia. (San Sebastian). Barselona'dan sonra en sevdiğim şehir. Bask bölgesinin de en güzel şehri. Harika bir günbatımına sahip. Güzel doğa (yine nehir + Atlas), güzel plaj, güzel tarih, güzel sanat. Hepsine sahip. Çok fazla vakit geçirebilme fırsatımız olmadı. Seneye bir daha gitmek istiyorum.


7. Zumaia. Donostia'dan güneye doğru devam edip Zarautz, Getaria gibi kıyı şehirlerine uğrayıp Zumaia'ya geldik. Burası doğanın kendi sanatını en ustaca icra ettiği yerlerden biriydi. 


8. Zumaia. Milyonlarca yıldır Okyanus'un aşındırdığı kayaların sıra dışı bir görüntüsü var. Falezler boyunca korkuyla yürüyüp buraları fotoğrafladık.


9. Zumaia. Buradaki kayalar öylesine önemliymiş ki jeolojik devirlerin katman katman tarihsel sıralaması bu kayalara bakılarak çıkarılabiliyormuş. Hatta jeolojik turlar yapılıyor bu kayalara. 


10. Ziortza-Bolibar Köyü. Zumaia'dan sonra okyanus kıyısından uzaklaşıp dağa doğru, Pablo Picasso'nun ünlü Guernica tablosuna hazin hikayesiyle ilham vermiş Guernica şehrine doğru yola çıktık. yolda tesadüfen Ziortza-Bolibar Köyü'ne rastgeldik. Köy, Güney Amerika'da birçok ülkenin kurtarıcısı olan S. Bolivar'ın 5. kuşaktan dedesinin köyüymüş ve bu nedenle köy S. Bolivar'ı sahiplenmiş ve hatta onun adına bir müze kurmuş! Hayatın yavaş aktığı, içinden Camino de Santiago'nun geçtiği minik ve güzel bir köy. 
(Aşağıdaki denizkabuğu Camino de Santiago'nun sembolü.)


11. San Juan de Gaztelugatxe. Hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan birine sahip. Çektiğim fotoğrafın o günkü güzelliği yeterince gösterdiğinden kuşkuluyum. Guernica'da umduğumuz güzelliği bulamayınca kıyıya geri döndük.




12. Getxo. Bask Ülkesinin en büyük şehri Bilbao'ya yaklaştıkça şehirleşme arttı aslında. Aşağıdaki fotoğrafta ufukta şehirleşmenin ve endüstrileşmenin izleri hafiften görünüyor. Getxo, Bilbao'nun Atlas Okyanusu'na açılan nehri Bilbao Nehri'nin (Ria del Nervion O de Bilbao) okyanusa döküldüğü yere kurulmuş. Geceyi aşağıda gördüğünüz yere yakın bir yerde geçirdik. Sabah erkenden Bilbao'nun yolunu tuttuk.


13. Bilbao. Bask ülkesinin ekonomik ve endüstriyel anlamda can damarı. 20. yüzyılı endüstriyel patlamayla yaşamış olan bu şehir 1980'lere kadar pek de turistik cazibe merkezi değilmiş. Bir gün akıllı birinin aklına burayı güzelleştirmek gelmiş. Düşünüp taşınıp burayı sanatın merkezi haline getirmeye karar vermişler ve Guggenheim Müzesi doğmuş. Bugün sanatın en ekstrim en ilginç ve yenilikçi eserleri burada sergileniyormuş. Nehir kenarında bulunan müze, şehrin aynı zamanda kalbi. Berlin'de olduğu gibi, bu müzeye, farklı temalara sahip büyük müzeler eşlik ediyor. 


14. Vitoria-Gasteiz. Bask Ülkesinin başkenti. Barselona'ya geri dönerken uğradık. Kıyı kentlerinin aksine karasal bir iklime sahip. Bildik İspanyol şehirlerine benziyor. Tarihsel bir geçmişi var mı bilmiyorum ama Jazz müziğini epey sahiplenmişler ve epey övünüyorlar Jazz konserleri, festivalleri ve mekanlarıyla.



15. Pamplona. Bu şehri Onedio sayfasındaki gibi bonus olarak ekliyorum. Yolculuğa çıkmadan önce Pamplona'yı Bask Ülkesine ait bir şehir sanıyordum. Meğer ayrı bir özerk yönetimin, Navarra'nın başkentiymiş. İspanyolların ve Baskların birlikte yaşadığı bir şehir. Medar-ı iftiharı San Fermin Festivali. Bu festival İspanya'nın en büyük festivaliymiş, 10 gün falan sürüyor. Biz 9. günün akşamı Pamplona'ya ulaştık. Tabii bizim gezinin ilk günüydü. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Zaten festivali 1 milyon kişi ziyaret ediyormuş her yıl. Bütün sokakların dans ve içkiyle ve insan kalabalığıyla çalkalandığı bir festival. Olan boğacıklara oluyor. Sabah 8'de ahırdan başlayıp arenaya kadar koşuyorlar. Yolda da artık kaç insanı hastanelik ederlerse... Biliyorsun o koşuyu.


31 Temmuz 2015 Cuma

1989'da İnterrail Yapmış Olan Ufuk Batum Hocamızın İnterrail Türkiye Sayfasında Yorumlarda Anlattığı Anıları... :)


İnterrail Türkiye Facebook sayfasındaki en hoş sohbetlerden biriydi, okurken çok keyif aldım, hocamız ilginç anılarını anlatıyordu, dayanamadım, burada da paylaşmak istedim:

(en son bıraktığımda 350 yorum falan vardı, sadece hocamızın kısımlarını ekledim)

"Sirkeci'den trene binen tek Türk bendim! O yıllarda Interrail pek bilinmiyordu, kimsede para yoktu, vizyon sınırlıydı! Ama tabii müthiş bir tecrübe oldu! 28 gece trende uyudum, sadece 2 gece hostel'de konaklayabildim!
Kötü ve ucuz beslenmekten, trende uyumaktan dönüş yolunda kemiklerim sızlıyordu!
Yüzlerce insanla tanışmak, deneyim edinmek, "anı ve insan toplamak" çok önemliymiş... Hele de o yıllarda...
Dönüşte Yugoslavya'da (Belgrad) 20 dolar bozdurdum! Bir topar (deste) para verdiler! Harcayacak yer yok! Lokanta yok, hizmet yok, ürün yok! İyi mi 2 günde bitmedi; paranın bir kısmı halen duruyor!!!
Düşünsenize birkaç ay sonra Berlin Duvarı yıkılacak, iki kutuplu dünya çökecek, Yugoslavya'da iç savaş çıkacak, soykırım olacak, ortaya 7 devlet çıkacak... Haberimiz yok!!!
Kısacası: Interrail benim hayatımı değiştirdi...
Hep de düşünüyordum, bir platform kursak, haberleşsek diye. Meğer birileri kurmuş, bir güzel de yaşatıyor. Ne güzel, kimler gayret gösterdiyse kutluyorum!
Şu 30 yılda neler yaşadık neler...
Interrail sonrası ne mi oldu? Gezgin oldum çıktım; artık duramıyordum yerimde; bugüne kadar 110 ülke gezdim, çoğunu defalarca, şehir şehir, köy köy...
Öğrenciyken biraz çalışıp para biriktirmiştim, tam hatırlayamıyorum ama sanırım bir ayda 600-700 dolar civarında harcamıştım! Tabii şimdi yetmez!
Ama samimi bir görüş: Ben o yıllarda öncülerdendim belki, toplumun ortalaması daha eğitimsiz, daha bilinçsizdi. Türkiye'de pasaport sahibi 50.000 kişi değildi!
Ama şimdi 4,5 milyon üniversite öğrencimiz var, 6 milyon kişide pasaport ve en önemlisi bu gençlikte iş var!!!
İlk kitabımda önemli bir bölümü Interrail anılarıma ayırmıştım! Ne mi oldu? Kitap pek satmadı!!! Oluyor böyle şeyler...
Bir gün Milano'yu gezdim akşam oldu! Trende uyuyacağım ya; garda makul uzunlukta neresi var diye listeye bakıyorum...
Lyon iyi mesafe dedim, trene doğru yöneldim...
Hangi tren falan derken biri erkek, diğeri kadın (belli ki iş insanları) iki kişi bana treni sordu, derken kalkmak üzere olan treni bulduk ve son dakikada atladık...
Bindiğimiz kompartman tabii "1st Class"
Binerken biraz lafladık; onlar Güney Afrika'dan gelen (beyaz) şirket sahipleriymiş, ben de onlara Bir Türk öğrenci olduğumu aktardım...
Ben onlara "iyi akşamlar" diyip biletimin imkan verdiği 2. sınıf kompartmana yönelirken ısrar ettiler, "otur bizimle sohbet edelim, farkı biz hallederiz" diye...
Sohbet sohbeti açtı...
Bana satış ve pazarlama için bütün Avrupa'yı ziyaret ettiklerini, birkaç güne döneceklerini söylediler...
Bana değerli taş (elmas, vb.) üreticisi ve satıcısı olduklarını söylediler...
Ben tabii naive bir Türk genci olarak üzerinde durmadım, belki tam da yakalayamadım... Bir taraftan da sohbetimiz daha da gelişti, bu arada benim tren biletindeki farkı kondüktör geldiğinde ödediler...
Ellerindeki James Bond çantayı açıp, masanın üzerinde bana çevirdiler ve küçük parça (numune) taşları, rengarenk dizilmiş haliyle anlatmaya koyuldular...

Tabii saatler geçti, gerçekten ilginç ve uzun bir sohbet oldu... Ben 2. sınıfta uyumayı hayal ederken, apayrı bir serüvene dönüştü...
Bunlar gerçek ve kitapta işlemediğim benim için çok önemli bir anı!

Benim daha birkaç saat yolum varken, Fransa sınırını geçtikten biraz sonra sohbet ettiğim bu iki kişi inmek için toparlanmaya başladılar...
Bana da; "Türkiye'de bir kız arkadaşın var mı" diye sordular?

Evet deyince çantayı tekrar açıp bana iki parça küçük taş hediye ettiler!!!

Özel bir kağıda ayrı ayrı sarıp, "bunları kız arkadaşına hediye et, biz yarın Güney Afrika'ya dönüyoruz, bizde nasıl olsa çok var" dediler...

 "Ben bunlardan anlamam, kabul edemem, olmaz" falan derken alel acele birbirimizin elini sıktık... Zaten onların hızlıca inmesi gerekiyordu... Trenin konforlu 1. sınıf kompartmanında oturup camdan el sallarken elimde sanki bir bombayı tutuyordum..."


Sonra bütün yolculuk boyunca aklıma bir soru düştü: "Birileri bana şaka mı yaptı? Taşlar değerli mi, sahte mi?"

Ülke ülke, şehir şehir gezmeye devam ettim... Ta ki bir gün yolum Viyana'nın Musevi mahallesine düşene kadar...

Bir de ne göreyim; her tarafta altın ve değerli taş atölyelerinin ve mağazalarının olduğu bir mahalledeyim!
Just now · Like

İçimden bir ses: "Acaba taşları göstersem gerçek olup olmadıklarını söylerler mi?"

Ve gözüme kestirdiğim dükkanlardan birine daldım...!

Hemen garipsediler ve birkaç kişi aynı anda toparlandı, hareketlendi sanki... O ortama toz toprak halim uymuyordu!!!

Sakin ve güven vermeye çalışan bir edayla durumumu olduğu gibi anlattım!!!

 İnanmadıklarını fark ettim! Kapatmak üzere olduklarını(!), ne istediğimi sordular! Dedim ki: "bakıp bana gerçek olup olmadıklarını söyleyebilir misiniz?" Ücret istemeleri durumunda ise bunu bile ödeyebilecek durumda olmadığımı da söyledim...

Birkaçı beni göz hapsinde tutarken birisi "ver bakalım" dedi ve kendisine iki küçük kağıt paketini uzattım... Arkaya ama görebileceğim bir masaya geçti, yanına sakallı, gözlüklü (belli ki uzman) biri daha geldi, gözlüklerini taktılar, sonra mücevherat işiyle uğraşanların kullandıkları kalım merceklerle bir 5 dakika incelediler...

Yaşlı olan uzman/yetkili yanıma geldi; "al bunları, bunlar değerli ve gerçek" dedi...


 "Öyle mi; peki sizce ne kadar eder?" diye sordum!

Dedi ki: "Hikayeniz bize inandırıcı gelmedi, bunları satın almayız. Ama merak ediyorsanız değeri..."

"Daha küçük olan 900, diğeri ise 1100 dolar civarında!"


Şaşırdım tabii ama merakımın ortadan kalkmasına sevindim! 2-3 saat keyifli sohbete karşılık mütevazi(!) bir hediye! İnsanın başına gelir mi, evet geliyor! Bu arada inanın ilk kez bir ortamda bütün gerçekliğiyle paylaşıyorum. Interrail'de yaşadığım bu deneyimi burada size aktarmak çok doğru ve hoş oldu! Sağ olun!

Paraya çevirmedim, çeviremezdim o durumda, bir de tabii zaten bizim kuşak için uygun bir eylem de değildi, parayla pulla işimiz pek yoktu...

Dostlarım; daha yavaş ve sakin anlatmak isterdim... Ama sonucu sizlerden gelen istek üzerine bağlayayım...

Türkiye'ye döndüm, birkaç gün evde kaldım dinlendim, normal beslenmeye ve güç kazanmaya çalıştım (Interrail ile 7 kg vermiştim), sonra yaşamımı bıraktığım yerden ele alırken bu taşları o günkü kız arkadaşıma bütün hikayesiyle beraber hediye ettim!

Sabrınıza ve zamanınıza teşekkürler! Interrail ruhunu yaşatalım! Ben hemen her şehirde/üniversitede konuşmalar yapmaya, seminer ve eğitim vermeye geliyorum. Duyuruları önceden twitter'dan @UfukBatum veya facebook'tan yapmaya çalışıyorum. Takip eder ve önceden haberleşirsek belki seminer/eğitim öncesi veya sonrası biraz da laflarız. Çok mutlu olurum.


11 Mayıs 2015 Pazartesi

9-17 Mayıs Arasında Barselona'daysanız, Girona'ya Bir Gün Ayırın!


İspanya'daki festival kültürü beni her geçen gün şaşırtmaya devam ediyor. Belediyeler ve şehir sakinleri festivallerini epey ciddiye alıyor ve festival sırasında acayip güzel iş çıkarıyorlar.
Bugün Barselona'dan Katalonya'nın bir diğer büyük şehri Girona'ya gittik. Bu Girona'ya ikinci gidişimiz oldu fakat bu sefer özellikle Girona Çiçek Festivali için gittik.



9 Mayıs ile 17 Mayıs tarihleri arasında Girona'da Temps de Flors (Çiçek Zamanı) isimli
harika bir festival yapılıyor. Bu sene 60.sı düzenlenen festivalde şehrin neredeyse bütün önemli noktaları rengarenk ve mis kokulu çiçeklerle süsleniyor ve bütün duyularınız bayram ediyor!

Girona zaten acayip hoş bir şehir. Floransa'ya çok benziyor. Bir de çiçekler katılınca epey hoş bir hava oluşmuş.




Festival kapsamında, meydanlarda, avlularda ve bina içlerinde çiçeklerle ilginç ve sanatsal kolajlar yapılmış.
Ayrıca çiçeklerle bezenmiş avlularda klasik müzik konserleri veriliyor.

Ve şehrin bütün müzelerine ücretsiz girebiliyorsunuz.
Ve inanın bana girmek isteyeceğiniz birçok güzel müzesi var Girona'nın.




Eğer 9 Mayıs 17 Mayıs tarihleri arasında Barselona'daysanız, bence bir gününüzü Girona'ya ayırın.
Barcelona Sants istasyonundan Girona'ya tren kalkıyor. Bölgesel (Regional) trenlerini tercih ederseniz 8 Euro/11 Euro arasına bilet bulabilirsiniz. Trenle yolculuk yaklaşık 1 saat 10 dakika sürüyor. Akşam 21.21'e kadar neredeyse her saat tren var.

Festival hakkında ayrıntılı bilgi:
http://www.girona.cat/web/gironatempsdeflors/cat/inici.php

Girona'ya daha önceki gidişimde Girona'yı daha ayrıntılı anlattığım yazı:
http://555sehirvefelsefe.blogspot.com.es/2013/02/4-girona.html





4 Mayıs 2015 Pazartesi

Barselona Ne Değildir?


Bir süredir Barselona’da yaşıyoruz. Bu yüzden turist gözünden değil de şehirde yaşayan bir insan gözünden şehre bakabilme fırsatım oluyor. Barselona harika bir şehir :) muhtemelen dünyada en çok ziyaret edilen veya edilmesi arzulanan şehirlerden biri, bu yüzden dev turizm endüstrisi, hızlı tüketim turizmini bu şehirde de devreye sokmuş durumda! Bu amaçla, elbette turistlere “görmek istedikleri” Barselona’yı sunuyor. Peki turistlerin “görmek istedikleri” Barselona gerçek Barselona mı? Deneyimlediğim kadarıyla hayır. Turistler, Katalan kültürü ile İspanyol kültürünü ciddi şekilde kafalarında karıştırmış şekilde geliyorlar ve Barselona’yla ve Katalan kültürüyle pek alakası olmayan öğeleri “arıyorlar”, “görmek istiyorlar”. Türkiye’ye gelen turistlerin sultan kıyafeti giyip deveye binmek istemesi gibi! Bu yüzden Barselona’da aranmaması gereken şeylerle ilgili küçük bir liste hazırladım!

Kısa bilgi:
Barselona, ağırlıklı olarak Katalanların yaşadığı Katalonya Özerk Bölgesi’nin başkentidir. Katalonya Özerk Bölgesi, iç işlerinde bağımsızdır, dış işlerinde İspanya’nın başkenti Madrid’te bulunan merkezi hükümete bağlıdır. Bu bölgede Katalan milliyetçiliği epey yaygındır, yerli halk genelde Katalanca konuşur. Katalan dilinin ve Katalan kültürünün İspanyol kültürü karşısında kaybolmaması için ciddi çabalar sarfedilmektedir. O yüzden turistlere sunulan Barselona’da, İspanya kültür öğelerinin çokça kullanılmasının Katalanlara ne kadar eğreti geldiği rahatça anlaşılabilir.

1. Barselona’da ve Katalonya genelinde Boğa Güreşi yasaktır!
Katalan Parlamentosu, boğa güreşini hayvanlara işkence yapıldığı gerekçesiyle 2011’de yasaklamıştır. Katalanlar boğa güreşini bir İspanyol geleneği olarak görmekte ve topraklarında bu geleneği istememektedirler. Belki Katalanlar arasında da boğa güreşini sevenler vardır ama Barselona’da pek sevilmez. Üzerinde boğa resmi olan tişörtler, kovboy şapkası giymiş turistler, komik görülür. Boğa güreşi seviyorsanız, İspanya’nın Endülüs Özerk Bölgesi’ne gitmeniz gerekecek J Barselona’da sadece turistik yerlerde karşınıza çıkacaktır. Bu arada Plaça de Espanya’da bulunan arena da alışveriş merkezine dönüştürülmüştür. En üst katında güzel bir manzara var. Alışveriş merkezinin adı Arenas sanırım.
no amigo no







2. Flamenko, Barselona’da pek yapılan bir dans değildir!
Flamenko da Katalan kültürünün bir parçası değildir. Sadece turistik yerlerde, ciddi paralar ödeyerek izleyebilirsiniz. Yine Endülüs bölgesine has bir müzik ve ona eşlik eden bir danstır. İyi Flamenko için Endülüs’ün başkenti Sevilla’ya gitmenizi öneririm. Biz çok güzel bir doğaçlama Flamenko gösterisine denk gelmiştik gitano abi ve ablalarımızın yaptığı J La Carbonera idi mekanın adı sanırım. Gece mekan kapatmaya yakın giderseniz, denk gelebilirsiniz. Peki Katalanlar hangi dansı oynar? İlla geleneksel bişey bulayım diyorsanız, Katalanların milli dansı sardana’dır. Pazar sabahları 11 civarında Santa Maria del Pi Katedralinin önüne giderseniz görebilirsiniz.

Endülüs'te daha iyi daha ucuz :)



3. Katalonya’da Sangria sadece turistik yerlerde var!

Sangria içkisinin yerel barlarda satıldığını pek görmedim. Katalanların içtiğini de görmedim. Şarap, bira, vermut ve cava burada içilen yaygın içkilerdir. Vermut, alkollü ve baharatlı güzel aromalı bir şarap türü, genelde öğlenleri içiliyor; cava ise bir çeşit şampanya. Baya ucuz 1-2 Euro falan şişesi. Bira da (turistik merkezleri saymazsak) baya ucuz.


Paella için de kısmen aynı şeyler söylenebilir aslında. Ama Katalan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla Barselona'da paella'yı güzel yapan yerler varmış.  İyice araştırıp şansınızı deneyebilirsiniz. Ben öğrendikçe size yazarım :)



 Antitezi hazırlayarak başlamış oldum. İtiraf edeyim Barselona'ya daha önce geldiğimde benim de kafamda bu tür imler vardı. Ama içerden bakmaya başlayınca biraz daha seçici oldum. Yani şu anki düşüncemle, turist için yapay olarak sunulanı aramak yerine zaten doğal olarak orada varolan şeyleri bulup keşfetmeyi ve "turizm baskısı" (sen turistsin, sen turistsin, sen turistsin, ona göre davran) olmadan gezmeyi daha çok seviyorum. Güzel ve özel yerler gördükçe paylaşmak istiyorum.
Sevgiler.

4 Mayıs 2015
Barselona