Berlin, 6 Ağustos 2011
İnterraile başladık bugün! Sabah 05.04’te Ceske Budojovice’den
Prag trenine bindik, oradan da Berlin trenine atladık, Vlata Nehri’nin
inanılmaz güzellikleri eşliğinde bir yolculuk sonunda Berlin’e adımımızı attık.
[Yazı 2 bölümden oluşuyor: kendi gezi notlarım ve Berlin’i
gezecek olanlara tavsiyeler]
***
Dün çok yorgundum, yazıma devam edemedim. Bundan sonrasını
getirebilirim diye tahmin ediyorum. Tuhaf bir bağlamın içine düştüm. Zihnim
gördüklerimi işlemekte zorlanıyor, yoruluyor. Yordam konusunda güçlük
çekiyorum. Yordamdan kastım, interrail yapma yordamı: Bir şehre gidersin, orada
ucuz bir hostel bulursun, eşyalarını oraya koyar gezmeye başlarsın. Bu hostel
kısmında takıldım ben. Alışık olmadığımdan herhalde, 12-14 kişilik bir odada
kalmak tuhaf geliyor bana. Giren çıkan belli olmuyor, hep bir hareketlilik hali
var. Alışmam lazım.
Berlin’e gelince, Berin çokdeğişkenli yönüyle güzel bir
metropol. Dikkatimi çeken çok oldu. Hangi birinden başlasam bilemedim. Klasik
bir turist bakış açısı ile başlayabilirim. Prag’taki o tek tipli görkemliliğin
yerinde, bu şehirde, geçmişten gelen ile yeni yapılan çeşitliliği var.
Özellikle mimaride bu durum göze çarpıyor. Alexanderplatz’da koca televizyon
binasının biraz ilerisinde gotik katedral, onunları geçince kapitalizm
sığınakları cam binalar, sonrasında da tarihi yapılar var.
Bütün bu mekanları bu kadar kısa zamanda nasıl gördüm diye
sorulabilir. Bisiklet kiraladık. İyi de ettik. Şehrin her tarafını dolaştık. 10
Euro verdik ama değdi. Şehrin aşağı kısmından başlayıp ta şehir kapısına kadar
çıktık. Bir daire çizip kaldığımız hostele geri döndük. Bu arada Karl Marx
Sokağı’nda kalıyoruz. İlginç bir tesadüf. Karl Marx demişken Marx ile Engels’in
o meşhur heykelini gördük. Tuhaf hissettim. Marx ile Engels’in bizim
zihnimizdeki yeri ile Berlin’deki yeri arasında dağlar kadar fark var. Bir
parkın sonunda ağaçların arasında öylece duruyorlar. Onları yolda yürüyen
Berlinlilerden ayırmak pek kolay değil. Yine de dünya emekçi mücadelesine
koydukları katkıların bilincindeymişçesine ve her an başka bir direnişin içine
dalacakmış gibi güçlü duruyorlar. Gözleri eski Doğu Almanya’ya bakıyor. Şimdi
orada komünizmden yeller esiyor.
Evet, kapitalizmin kazandığı zafer insanı
üzüyor. Berlin’de üzüldüğüm bir durum daha var ki o da gurbetçi olma
psikolojisi, varoluşu. Bilindiği üzere, Berlin’de çok kalabalık bir Türkiyeli
nüfusu var. Hatta öylesine kiş bazen ara sokaklardan geçerken kendimi Türkiye’de
hissediyorum. Tabelalar, bağırışlar, sokaklardaki insan sesleri hep Türkçe.
Olaya kendi açımdan bakıp sevinecek değilim, sadece Almanya’daki Türkiyelileri
düşünmem yetersiz olur. Dünyanın neresinde olunursa olunsun, insanın sırf para
kazanabilmek için normalde yaşadığı, bildiği, sevdiği yerden başka bir yere göç
etmesi, özellikle de arada dil problemi, kültür problemi varsa, çok zor, çok
acı. Üstelik sevdiğiniz insanlar da geride kalmışlarsa, bu acı katlanılmaz
gibime geliyor. Her tarafta bir yabancılık hali, insan çevresindeki yabancılığa
da alışır, doğru; ama içi daima buruk kalır, geçmişinde yaşar çoğunlukla, bir
de büyük ihtimalle asla gerçekleşmeyecek hayaller kurar. Hayallerini
gerçekleştirse, az sayıda şanslı insandan biri olur. Herkesin en mutlu olduğu
yerde, sevdiği insanlarla birlikte olabildiği bir ortamda çalışmasını dilerim.
Berlin’de gördüğüm Türkiyelilerin ruhları çekilmişti sanki.
Zamanın hızlı hızlı akmasını diliyor gibiydiler, zihinlerindeki hayallere böyle
ulaşabileceklerini düşünüyorlardır. Zor, gerçekten zor. Görebildiğim kadarıyla,
her yerde olduğu gibi, Almanya’da hayatta kalabilmek için kendi içlerinde bir
göçmen kültürü oluşturmuşlar. Yine “ötekiler” ama bu yeni kültürleri dahilinde
yaşıyorlar. Tabii bu durum Türkiye’ye döndüklerinde adaptasyon sorunları yaşamalarına neden oluyor. Onlar
gittiğinden beri Türkiye’de kültürel bir değişim-dönüşüm olmuş oluyor ama onlar
kafalarındaki eski Türkiye ile geliyorlar… Zor…
Yazıyı bitirmeden önce en çok duygulandığım ve en çok hoşuma
giden anı anlatmak isterim. Benim için tuhaf bir film karesi gibiydi. Humboldt
Üniversitesi Hukuk Fakültesi hep merak ettiğim bir yerdi, dünya düşünce
tarihinin en önemli düşünürlerinin yolu buradan geçmiş, Markx, Engels, Lenin…
Onlardan yarım yüzyıl sonra Naziler bu fakülteye gelip bütün kitapları bahçede
yakmışlar. Şimdi kitapların yakıldığı yerde bir anıt var. Kitaplar artık yanmaz
umarım.
Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Önü |
Gün batmak üzereydi. Fakültenin önüne geldik. Durum heybetli
binaya uzun uzun baktım. Yaşlı bir amca çok güzel org çalıyordu. Olduğum yerde,
üniversite kapısını görebilecek şekilde oturdum. Marx ile Engels’in kapıdan
tartışa tartışa çıkışlarını hayal ettim. Dünyayı emekçiden yana dönüştürecek
sesler ilk bu binanın duvarlarında yankılandı. Taşların arasında bir yere
sinmiştir belki bu devrimci fikirler ki onları daha sonra aynı üniversitede
okuyan Lenin işitti, uyguladı, yeni bir dünya yarattı. O da bu kapıdan girdi
çıktı, kaldırımlarda oturdu, düşündü bu gökyüzüne bakarak. Bu piyano o zaman da
çalıyordu belki, yankılarıdır duyduklarım. Fakat görüntü değişiyor sonra,
meydanda bir yangın peyda oluyor, kitapla, düşünceyle beslenip büyüyen dev bir
ateş. Eli kanlı Naziler her biri hazine değerindeki kitapları yok ettiler,
insanları yok ettikleri gibi. Binalar insanlık tarihinin en önemli anlarına
tanıklardır ve Humboldt Üniversitesi, bu tanıklardan en büyüğüdür herhalde.
Berlin turu kafamda bu ve başka düşüncelerle bitti. Şimdi
bizi Amsterdam’a götürecek trenin içindeyim, zihnimde farklı yönleri ile bir
Berlin izlenimi kaldı, yavaş yavaş diğer düşüncelerimle bütünleşiyor. Berlin
için söyleyebileceğim en genel yorum şu olur herhalde: Güzel bir şehir Berlin.
Çok düzenli ama belli bir tarihselliğe kök salmış değil. Her şey o ünlü Alman
mühendisliği ile en ince ayrıntısına kadar yeniden planlanmış. Bu, şehri gezen
için harika bir durum ama bana sorarsanız, ruhu olan bir şehirde tarihsel bir
doku, her türlü insan yaşamı kalıntısı, yani sosyal ve tarihsel bir bellek
olmalı. Bence bu yüzden İstanbul Berlin’den daha güzel bir şehir. Çok yönlü bir
kişiliği ve derin bir belleği var.
Berlin ise 2. Dünya Savaşı ve Nazi Dönemi sınırında
dolaşıyor. Müzelerdeki eserler Anadolu’dan, Yunanistan’dan vs. taşınmış hep.
Şehri süsleyen heykeller ya Latin ya da Yunan sanat geleneğinin ürünleri. Neyse
sonuç olarak Berlin, “şimdi” içinde yaşayan bir şehir. Çelik, beton ve camdan
dev bir şehir olarak varlığını sürdürüyor. Ve elindeki olanakları sonuna kadar
verimli şekilde kullanıyor. Takdire şayan… İki günlük turumuzu düşünürken
mutluyum. Şimdi önümde bir sürü şehir daha var. Umarım hepsi böyle güzel geçer.
-6 Ağustos’ta başladığım bu yazıyı 8 Ağustos’ta bitirdim. (Hollanda’ya
giderken, trende, bir yerlerde)
***
Berlin’i gezecek olanlara işlevsel tavsiyeler
08.31’de Prag’tan kalkan tren ile Dresden üzerinden Berlin’e
geldik. Berlin’de Hauptbahnhof tren istasyonunda indik. Berlin’in merkezi
Alexanderplatz. Bu meydana S-Bahn isimli şehiriçi tren ağı kullanarak
ulaşılabilir. Şehiriçi trenler Hauptbahnhof istasyonunun en üst katından
kalkıyor. Bilet 2.3 euro. Bir bileti aynı güzergah üzerinde birden fazla defa
kullanabiliyorsunuz. Dönmek için kullanamıyorsunuz. [Sürekli olup olmadığından
emin değilim ama biz sürekli kullandık.] Alexanderplatz’dan şehrin birçok noktasına
tren, metro ve otobüs var. Bizim Taksim gibi. Metrolararası aktarma yapıp
gideceğiniz her yere ulaşabiliyorsunuz. Biz Karl Marx Strasse’de bir hostelde
kaldık. Alexanderplatz’a gitmek için önce U7 nolu metroya biniyorduk ve
Hermannplatz’a gidiyorduk. Oradan U8’e atlayıp Alexanderplatz’a geçiyorduk.
İki seçenekli bir gezi planı önerisi:
Berlin Şehir Kapısı |
Fakülte Önündeki Anıt |
1.
Bizim yaptığımız gibi bisiklet kiralayıp şehri
rahatça turlayabilirsiniz. Şehir dümdüz, zor olmaz. Bisiklet kirası 8-10 euro.
Yanınıza harita almayı unutmayın. Tur yönü olarak Alexanderplatz-Berlin Şehir
Kapısı arasındaki güzergah turistik
yerlerin görülmesi için uygun. Yol boyunca Televizyon Kulesi, adını bilmediğim
bir katedral, hoş bir park [İçinde Karl Marx ve Fredrich Engels’in heykelleri
var], müze adası (adada birçok müze var), Berlin Dome, Humboldt Üniversitesi
görülebilir. Berlin Dome’un önünden sağa dönüp DDR müzesine girilebilir. Burada
bir köprü var ve çok güzel bir nehir geçiyor. Güzel bir mekana geçip soğuk bir
Alman birası içilebilir. Çok güzel J
Biraz daha ileride Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi var, harika bir yapı. Bu
fakültenin önünde Naziler kitapları toplatıp yakmışlar. Kitapların yakıldığı
yerde ilginç bir anıt var. Yerde, yerin altındaki bir odaya açılan penceremsi
bir cam var.
Aşağıdaki oda rafları boş bir kütüphane olarak tasarlanmış,
gerçekten çok çarpıcı bir eser. Görmeli ve olup bitenleri düşünmeli. Almaca
bilen ve Almanca kitap okumayı sevenlere, üniversite önünde Pazar günleri sahaf
kuruluyor. Buralar görüldükten sonra şehir kapısına kadar devam edilebilir.
Şehir kapısı gün batarken çok heybetli görünüyor. O saatlerde gitmek, oradaki
sanatçıları seyretmek, çalan müziği dinlemek ve bolca fotoğraf çektirmek
tavsiye edilir. Biz yaptık, hoştu J
Kapıdan çıkınca iki seçeneğiniz var. Birincisi sola dönüp biraz yürümek ve
solunuzda kalan Holocoust (Soykırım) Müzesi’ne girmek. Oldukça etkileyici bir
müze. İkinci seçenek yola dümdüz devam etmek. Yolun iki yanında büyük parklar
var, sonda ise büyük bir anıt heykel var. Heykele doğru giderken Berlin Savaşı’nda
(2. Dünya savaşı sırasında) hayatını kaybeden askerler askerler için yapılmış
anıt görülebilir. Dönüş yolunda, artık nereye dönülecekse, farklı rotalar
izlenebilir. Haritaya bakmak lazım ;)
Müze Adası |
Müze Adası |
Berlin'in Çağdaş Mimarisi |
Berlin Duvarı |
Adını bilmediğim Sanatçılar Köprüsü |
Berlin'de Akşam-Işık Şovu |
2.
2. Seçenek bu mekanları yürüyerek ve günlere
yayarak sindire sindire gezmek. Bizim beğendiğimiz ve gezmekten keyif aldığımız
bir başka yer, sanatçılara tahsis edilmiş Berlin Duvarı kalıntısı oldu.
Ostbahnhof’un hemen önünde, nehir kenarında,, süslü bir köprünün yanında. Gece
köprü trafiğe kapatılıyor. Köprü sanatçılarla doluyor. Resim, müzik, dans… Saat
10 civarı da nehirde ışık ve havai fişek gösterisi yapılıyor. O saatte orada
olursanız, çok güzel bir deneyim yaşarsınız. Pazar günü olduğu için mi öyleydi,
yoksa bayram falan mı vardı bilmiyorum ama muazzam bir gün geçirdiydik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder