Barselona-Portbou-Cerbere-Montepellier-Marsilya-Nice-Ventimiglia-Roma
Barselona-Roma Arası
Roma yazısını yazmadan önce Barselona’dan Roma’ya geçiş
sürecimizi anlatsam iyi olur sanırım. Bu yolculuk bizim için tam bir maceraydı.
Avrupa’daki tren rayları ağının çok güzel bir özelliği var.
İstediğiniz her yerden istediğiniz her yere doğrudan ya da dolaylı olarak trenle
ulaşmanız mümkün. Biz de İnterrail biletimiz olduğundan, mümkünse en doğrudan
şekilde Barselona’dan Roma’ya geçmek istiyorduk; fakat, interrail biletiniz
olsa da bineceğiniz trene koltuk rezervasyonu yaptırmanız gerekir ki bunun için
genelde 3-10 Euro arasında değişen bir ücret ödemeniz gerekir. Neyse, Barselona
Sants tren istasyonuna gittik rezervasyon yaptırmak için. Fakat gideceğimiz
tarihteki tren için bizden sadece rezervasyon bedeli olarak 125 Euro istediler.
Sadece rezervasyon! Tabii ki o parayı vermedik, daha ucuz bir yöntem var mı diye
sorduk, “doğrudan değil, dolaylı-aktarmalı-gitmeniz gerekir” dediler. Böyle
yapınca neredeyse hiç para ödemeyecektik. DeutschBahn sitesi gidiş-dönüş
noktaları arasını en ucuz nasıl gidebileceğinizi gösteren bir sistem kurmuş,
girip bakabiliyorsunuz. Görevli bize aktarmalı gidiş listesi verdi, bir baktık
7 tren değiştirmemiz gerekiyor! J
İnterrail bu, böyle yaşanmalı dedik, kendimizi gaza getirip yola çıktık! Toplamda
26 saat süren yolculuğumuzda, sırasıyla şöyle bir rota izledik:
1.Barselona-Portbou
2.Portbou-Cerbere (İspanya’dan Fransa’ya)
3.Cerbere-Montepellier
4.Montepellier-Marsilya
5.Marsilya-Nice
6.Nice-Ventimiglia (Fransa’dan İtalya’ya)
7.Ventimiglia-Roma
Yolculuğa çıkacağımız gün Barselona’da bir bayram tatili varmış,
bilmiyorduk (Dünyada en çok bayram tatili yapan ülke İspanya’dır herhalde,
sürekli bayramları var, bizden çok, emin olun). Aslında niyetimiz Barselona’dan
Cerbere’ye erken giden bir trene binmekti çünkü elimizdeki tren listesine göre
biz Cerbere’ye vardıktan iki dakika sonra Montpellier’e gidecek tren
kalkacaktı, yetişememe şansımız vardı. Bahsettiğim tatil durumu yüzünden
Barselona-Cerbere trenlerin sıklığı azaltılmıştı ve bineceğimiz tren yine iki
dk kala yetişecekti. O yüzden O yüzden İspanya’nın Fransa sınırındaki Portbou
şehrine erkenden gidip oradan Cerbere’ye geçmeye karar verdik. İki şehir
birbirine çok yakın görünüyordu, herhangi bir vasıtayla geçebilirdik, hatta
yürüyebilirdik. Neyse Barselona-Portbou trenine atladık. Portbou’ya geldik,
fakat bir baktık, iki şehir arasında kocaman bir dağ var! Cerbere’ye geçmemiz
mümkün değildi. Mecburen 1 saat sonra gelecek olan Barselona-Cerbere trenini
bekleyip 2 dakika içinde diğer trene yetişmeye çalışacaktık. Bakalım yetişebilecek
miyiz?
Önümüzde bir saat vardı. Portbou şehri, dağ yamacında,
Akdeniz’e kıyısı olan şirin bir kasaba şehriydi, az sayıda ev ve güzel bir
sahilin toplamından ibaretti, girip yüzesimiz geldi ama işte aklımızda hep tren
vardı, biraz dolanıp gölgelik bir yer bulup oturduk. Herhalde bu tuhaf şehre
gelen ilk Türkiye vatandaşları bizleriz diye düşünürken bizim gibi sırtçantalı
iki arkadaş geldi, “Türk müsünüz?” diye sordular, güldük. “Evet” dedik,
muhabbete başladık. Neyse bir saatin sonuna doğru istasyona çıktık, istasyonda
hız alıştırmaları yaptık, merdiveni kırk saniyede inip çıksak, biraz koşup
trene yetişebiliyorduk. Sonra bütün motivasyonumuzla Cerbere trenine bindik,
yolculuk 16 dakika sürdü, kapı açılır açılmaz, trenden indik, istasyonun içine
koştuk; fakat beklemediğimiz bir şey oldu, Fransa!’ya geçiş yapacağımız için
pasaport göstermemiz gerekiyordu! Bilseydik pasaportları hazırlardık ama
bilmiyorduk. Pasaportlar bende duruyordu, inanılmaz bir hızla çantamı açtım,
dosyanın içinden pasaportları çıkardım, görevliye gösterdim, acelemiz olduğunu
söyledim, hemen onaylayıp geçirdiler bizi, Montpellier trenin yerine saptadık,
var gücümüzle koştuk, tren hareket etmek üzereydi, koştuk, tam kapılar
kapanırken trene atladık, biz bindik ve tren hareket etti! İçimizdeki mutluluğu
tarih etmem mümkün değil herhalde! J
Montpellier’ye vardık, amacımız doğrudan Nice şehrine
geçmekti, fakat Nice’e giden trenin dolu olduğunu öğrendik, görevli bize
Marsilya’ya geçip oradan Nice’e gidebileceğimizi söyledi. Böylece Marsilya’ya
giden trene bindik, Marsilya’yı da görmeyi çok istiyordum zaten, en azından
özet olarak görebilecektik. Marsilya’ya vardık, Nice trenine biletimizi aldık.
Burada da 45 dakika durduk, bu sırada gün batıyordu artık. İstasyonun hoş bir
terası vardı, bu terastan Marsilya’da günbatımını seyrettik. Marsilya da bir
Akdeniz şehri ve her Akdeniz şehrinde olduğu gibi orada da güneş çok güzel
batıyordu.
8. Şehir: Nice
Sonrasında Marsilya’dan Nice’e geçtik, vardığımızda saat
gece 12 civarıydı ve Nice’te beş saat beklememiz gerekiyordu. Hakkında hiçbir
şey bilmediğimiz bu Akdeniz şehrinde 5 saat! Garip olacaktı, istasyon
kapanınca, istasyonun önünde oturduk, görünüşe göre şehrin banliyölerindeydik.
İstasyonun çevresi son derece tehlikeliydi, Fransa’nın Afrika sömürgelerinden
geldiklerini düşündüğüm bazı tipler, istasyonun çevresinde dolaşıp gelene
gidene sataşıp para istiyorlardı ve sayıları gittikçe artıyordu. Sonradan
öğrendiğime göre Nice, Fransa’nın en büyük sanayi şehirlerinden biriymiş, her
sanayi şehrinde olduğu gibi, kapitalist yaşam biçiminin artığı durumda olan
insanlar burada da vardı maalesef; yaşam buradaki insanları kötü olmaya
sürüklemişti; onlar için üzülüyordum ama yine onlardan korkuyorduk, ellerinde
bıçakları vardı ve her an her şey yapabilirlerdi. Oradan uzaklaşmak mantıklı
olacaktı ama nereye? Tek gördüğümüz banliyö binalarıydı, açık bir yer bulsak,
sabah beşe kadar otursak iyi olacaktı. Fakat her an birileri bize
saldırabilirdi. O anda insanoğlunun en doğal dürtülerinden birini kullandık:
ittifak aradık. 7 kişilik bir İtalyan interrail grubu da bizimle aynı
durumdaydılar. Yanlarına gidip birlikte dursak, iyi olacak dedim, haliyle başta
şüphelendiler, sonra biraz konuşunca ikna oldular, sonra hep birlikte oradan
ayrıldık, değişik değişik yollardan geçip sonunda, sahile vardık. Akdeniz’i
görünce insan huzur buluyor. Başta içimi saran korku uçup gitmişti. Sahilde bir
iki saat oturduk, sonra yakınlardaki bir parka geçtik, herkes uyudu, ben
uyumadım, çevremi seyrettim, yazı yazdım, düşündüm. Bu arada ikide bir hayat
kadınları, sarhoşlar ve türlü türlü tipler yanımızdan geçiyorlardı. Garip
gerçekten garip: gece şehirler farklı dünyaları misafir ediyor.
Beş saat zor geçti, hiç bitmeyeceğini sanıyordum, fakat
bitti. Nice’ten İtalya’nın Ventmiglia şehrine geçtik, Ventmiglia’da da çok
durmayıp bizi nihayet Roma’ya götürecek trene bindik. Uzun bir yolculuktan
sonra 14.03’te Roma’ya vardık. Zor bir yolculuk oldu ama güzel bir deneyimdi,
çok şey öğrendik, en güzeli de bir kuruş bile ödemedik J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder