Güzel Avrupa şehirlerinin
bir özelliği vardır. Hepsinin ortasından illa ki durgun akan hoş bir nehir
geçer. Paris, Berlin, Prag, Floransa, Viyana, Roma... Hepsinde hakkında
binlerce şiir, öykü, roman yazılmış hoş nehirler var. Avrupa şehirlerinin bu
özelliği hep dikkatimi çekmiştir. Büyük ihtimalle sadece Avrupa şehirlerine
özgü bir şey değil ama neyse.
Girona’dan da hoş bir
nehir geçiyor. Kıvrıla kıvrıla şehrin ortasından geçip gidiyor.
Girona şehrine de
tesadüfen gittik. Şehir Barselona ile Figueres arasında yer alıyor. Salvador
Dali müzesini görmek için Figueres’e gitmiştik, Barselona’ya dönerken, hazır
vaktimiz varken, Girona’ya da geçelim dedik. Sadece 4 Euro fazladan bilet
parası verecektik ve yeni bir şehir daha görecektik. Değerdi. Aslında
etkileyici bir şehir görmeyi ummuyordum. Hiçbir özelliği olmayan basit bir
Katalan şehri görmeyi umuyordum. Fakat trenden iner inmez kendimizi ikinci bir
Floransa’da bulduk! Kıvrıla kıvrıla akan Onyar Nehri’nın kıyısana çok eski
olduklarını tahmin ettiğim güzel evler dantel gibi işlenmiş. Şehrin eski ve
daha güzel olan kısmı, nehrin sağında, bir tepe üzerine kurulu. Tepede şehrin
bittiği yerde, dev surlar başlıyor. Onların hemen altında iki tane dev kilise
var: Sant Feliu ve Sant Pere de Galligants. Gotik mimarı tarzının özelliği
herhalde ya da gün batımına doğru orada olduğumuzdan olacak pek karamsar bir
havaları vardı. Ama oraya gidenin mutlaka görmesi gereken yerler diye
düşünüyorum. Kapalı olduklarından biz
onları ancak dışarıdan görebildik. Bu iki dev hıristiyan yapısına rağmen Girona’da
çok büyük bir Yahudi cemaati de var. Genelde El Call adlı çok eski bir
mahallede toplanmışlar. Dar ve dik sokaklardan geçerken birçok yerde Yahudi
simgelerine rastladık. Kendimi bir Umerto Eco romanında hissettim. Bir yanda
hıristiyanlar diğer yanda yahudiler ve gizli tarikatlar... Var mıdır?
Bilmiyorum, ama şehrin mistik bir havası olduğu kesin.
Gün batımını yakalamak
için dik ve dar sokaklardan yukarı çıktık. Şansımıza surların üzerinde çok
güzel bir seyir terası bulduk. Bol bol fotoğraf çektik. Şehre aşık olduk.
Şansımız
bu kadarla da kalmadı, o gün Katalanların geleneksel bir bayramı vardı
herhalde. Nehir kenarına yakın bir meydanda şenlikler yapılıyordu. Fırsattan
istifade onlara da katıldık. Daha sonra nehrin öteki yakasındaki fuarı görmeye
gittik. Tam bizim Türkiye’deki gibi herkesin evinde ürettiklerini getirip
sattığı ilginç bir fuardı. Değişik değişik peynir çeşitleri, değişik
yiyecekler, etler, giysiler, tatlılar... Burnum daha önce almadığı kokuları
aldı. Kah beğendi kah beğenmedi. Gezmenin bu özelliğini seviyorum, beş duyumuza
yeni girdiler sunuyor hep... En çok göze ;)
O günün gecesi-sabaha
karşısı- Türkiye’ye döneceğim için akşam 9-10 gibi trene binip Barselona’ya
döndük. Girona’yı bitiremedik. Gezip görecek çok yer vardı daha. Mesela uzaktan
gördüğüm harika bir parkı vardı. Orayı gözüme kestirdim ve o mistik sokakları
ve dev cüsseli yapıları gündüz gözüyle ayrıntılı bir şekilde gezmek isterim.
Tadı damağımda kaldı...
Tabii o tarihi dokunun
içine yedirilmiş ultra lüks markaların dükkanlarını sevmedim. Hep sevdiğim
şeyleri yazacak değilim ya :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder