24 gündür Kaş’tayız,
sadece bir haftacık daha bu güzel şehirdeyiz. Arkasını Toroslara, yüzünü denize
ve Yunan adalarına dönmüş güzel bir ev kiraladık. Gündüz çeviri yapıp yedi gibi
evden çıkıyoruz, ya denize gidip yüzüyoruz ya da şehrin merkezinde keyifle
dolaşıyoruz.
Kaş sanki tam
benim için yaratılmış! Antalya’daki herhangi bir sahil şehrinin bütün
özelliklerine sahip. Çok güzel bir denizi var, yeşilliği var, adaları var, dağları var,
Antalya’nın her şeyine sahip, tek bir farkla... Hiç kalabalık değil! Sanırım
buraya ulaşım biraz zor diye çok fazla insan gelmiyor. Ayrıca dağla deniz
birbirine çok yakın olduğundan abartılı resort oteller buraya gelememiş, bunun
neticesinde aşırı zengin turistler ve onlara yönelik aşırı abartılı eğlence
anlayışları burada yok. O yüzden burası orta sınıf tatilcilere kalmış; şehrin
büyük kısmında küçük oteller, pansiyonlar var; zaten şehir minicik, on dakikada
bir ucundan öteki ucuna yürüyebiliyorsunuz.
***
Kaş’ın hemen
karşısında Yunanistan’a ait Meis Adası var. “Meis” Yunancada “göz” demekmiş,
geçmişte herhalde bir “Kaş-Göz” ilişkisi kurulmuş bu ikili arasında. Yüksek bir
yerden adaya doğru bakınca bu benzetmenin ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz.
***
Kaş’a aşk şehri
diyorlar. Zaten “kaş” kelimesinin harflerini bir karıştır, “aşk” oluyor J Gerçekten öyle galiba, dün şehir
merkezinde yürürken şöyle bir çevreme baktım metrekareye en az 3 çift düşüyor!
Şehrin dar sokakları, morlu beyazlı begonvilleri, misler gibi kokan
yaseminleriyle eski evleri, bu evlerin alt katlarına serpişmiş şirin Yunanvari
kafeler, bu kafelerin rengarenk kapıları ve sandalyeleri insana huzurlu bir
sevgi ortamı sunuyor. Şehir küçük dedim ya, ikinci üçüncü günden sonra sanki
bütün şehri tanımaya başlıyorsunuz. Şehrin bir parçası oluyorsunuz. Kendimi
şimdiye kadar hiç turist gibi hissetmedim. Şehrin neredeyse tamamı Gezi Parkı direnişini destekleniyor. Nereden mi anladım? Bütün kafelerde "Diren Gezi Parkı, Kaş Seninle" yazılı bir afiş asılmış.
***
Teke Yarımadası’nın
geri kalanı gibi burası da biraz zamanlar Lidya devletine ev sahipliği yapmış.
Şehrin her tarafına koyulmuş soylu mezarları, bize şehrin geçmişini ve de
ölümün yakınlığını gösteriyor. Rivayete göre Lidyalılar ölümden korkmadıklarını
göstermek için mezarlarını gündelik hayatın hemen içine, çarşıya, pazara, parka
vs. koyarlarmış. Garip bir gelenek... Şehirde bulunan bir diğer eski yapı
Antiphellos isimli amfitiyatro. Denize doğru çıkıntı yapan burnun anakaraya
yaklaştığı yerde bulunuyor ve tam olarak Meis Adası’na bakıyor. Çevresi zeytin
ağaçlarıyla dolu. En üst katına çıktığınızda, karşısına harika bir deniz
manzarası çıkıyor, zeytin ağaçlarının uzayıp bittiği yerde Toroslar başlıyor;
birden kendinizi Antik Çağ’da hissedebiliyorsunuz. Zeytin demişken... Güzel ve
zarif zeytin ağaçları herhalde bu güzel şehrin sahipleri... Şehrin dört bir
yanındalar, evlerin bahçelerinde, sokaklarda, dağlık alanlarda, deniz
kenarında... Bu zarif ağaçlara baktığımda önlerinde saygıyla eğilesim
geliyor... Muhtemelen şu an şehirde dolaşan bütün insanlardan daha yaşlılar...
Aralarında ta Lidyalıları görenler bile vardır muhakkak... Lakin tek dertleri
yeni zeytinler vermekmiş gibi öylece duruyorlar ve denizden esen meltemin
esintisiyle hafif sallanıyorlar... Üç gündür dolunay var ve dolunayın ışığı
altında ilahi bir güzelliğe bürünüyorlar... Kaş’a bir dolunay vakti gelip
Antiphellos’a çıkıp denize, dağlara ve güzel zeytin ağaçlarına bakıp belki
tarihin belki coğrafyanın belki doğanın kalbine dalmalısın dost. Beni bırakın
sabaha kadar zeytin hikayesi anlatırım J
Antiphellos'tan |
***
Kaş’ın bir güzel
özelliği Patara’ya, Fethiye’ye, Kaputaş’a, Olimpos’a, Kekova’ya yakın olması.
Üstelik Kaş, dalma, yamaç paraşütü gibi sporların yapılabildiği, güzel turlara
çıkılabilen bir şehir. Biz Saklıkent Kanyonu turuna katıldık, safarivari bir
tur. Yapmak isteyenler için ayrıntılarını yazayım, sabah 10’da yola çıkıp
Üzümlü Köyü’ne gittik, orada bir çay içtik, safari jiplerinde su savaşı
yapılacağı söylendi, içi su doldurulmuş
balon satan çocuklardan balon dolu bir poşet aldık, her biri 12 kişiden
oluşan 4 jip vardı, biz başta pek gönüllü değildik, balon alma konusunda ama
yola çıkıp da savaş başladığında, keşke daha alsaydık diye hayıflandık,
eğlencili bir aktivite oldu. Sonrada Saklıkent kanyonuna gittik, bu gibi sudan
geçip kanyon boyunca trekking yaptık; kanyonun içinde yürümek keyifliydi.
Sonrasında tura dahil olan yemeği yedik (açık büfe meze artı balık veya tavuk)
içinden nehir geçen bir restoranta. Ardından Xanthos antik kentine gittik,
sonrasında Patara Plajı ile Kaputaş plajını ziyaret ettik. Antalya’daki
güzelliklerin çeşitliliğini takdir etme şansı bulduk J Patara plajı sıcak, kumlu ve sığken
kanyonun denizle buluştuğu bir noktada bulunan Kaputaş plajı soğuk, taşlı ve
derindi. Kaputaş plajına falez gibi bir yerden uzun bir merdivenle iniliyor,
yukarıdan harika bir manzarası var. İki yüzüşten sonra Kaputaş’ın üst
kısmındaki köprünün orda durup gün batarken karpuz yedik. Bu turun ücreti 60 tl
idi. Bizim yapmadığımız ama sizin yapabileceğiniz bazı turlar hakkında da bilgi
vereyim dostlar. Denizden Kekova turu en çok övülen tur. Deniz kenarındaki
tarihi kalıntılar görülebiliyor ve bazı güzel yerlerde yüzülebiliyor, öğle
yemeği dahil küçük teknelerde 60, büyük teknelerde 45 TL. Dalma 35 Euro. Yamaç
paraşütü de 200 TL. [Yamaç paraşütünü yapmak içimde kaldı. Bana baya pahalı
geldiği için başka zamana kaldı J Yapmak istediğim her şeyi de yapmayayım zaten,
yaşamının bir anlamı kalsın ;)] Genelde fiyatlar standart. Ayak üstü şehrin
tanıtımını yaptım resmen. Ha bir de yeşil pasaportu ya da Schengen’i olanlar
için Meis Adası’na gitme şansı var. O da 60 TL. Bu arada evdeki radyolar ilginç
şekilde sadece Yunan radyolarını çekiyor. Kahvaltı ederken her gün Yunan
müzikleri dinliyoruz. Çok keyifli oluyor, hatta frekans da vereyim 104.3. Güzel
müzikler çalıyor. Arada Türkçesi de olan bazı şarkılara denk geliyoruz.
Yunanlarla ortak bir şeyler paylaşmaktan çok keyif alıyorum J Keşke şu burnumuzun dibindeki Meis’e
vizesiz gidebileydik.
Kafelerden
herhangi birini övmeyeceğim, hepsi güzel hepsine gidebilirsiniz. İyi sebze
meyve yemek isterseniz, Cuma günü kurulan semt pazarına gidin, biliyorsunuz
Türkiye’de en güzel sebze meyve Antalya’dan çıkar. Sakın marketlerdekinden
almayın, cumayı bekleyin ;)
***
Ben bu şehri çok
sevdim arkadaş! Sokaklarını, sükunetini, denizini, doğasını, dost alakargaları,
arada bir evin yanından geçip giden arap bülbüllerini, gün boyu dağdan süzülme
oyunu oynayan kumruları, masmavi denizi, begonvillerin morunu, yaseminlerin
kokusunu, zeytinin yeşilini, Toros’un heybetini, yakamozlarının
davetkarlığını... Kaş’a aşk ve Kaş’ta aşk başka...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder