24 Temmuz 2013 Çarşamba

12. Kaş - Antalya


24 gündür Kaş’tayız, sadece bir haftacık daha bu güzel şehirdeyiz. Arkasını Toroslara, yüzünü denize ve Yunan adalarına dönmüş güzel bir ev kiraladık. Gündüz çeviri yapıp yedi gibi evden çıkıyoruz, ya denize gidip yüzüyoruz ya da şehrin merkezinde keyifle dolaşıyoruz.
Kaş sanki tam benim için yaratılmış! Antalya’daki herhangi bir sahil şehrinin bütün özelliklerine sahip. Çok güzel bir denizi var, yeşilliği var, adaları var, dağları var, Antalya’nın her şeyine sahip, tek bir farkla... Hiç kalabalık değil! Sanırım buraya ulaşım biraz zor diye çok fazla insan gelmiyor. Ayrıca dağla deniz birbirine çok yakın olduğundan abartılı resort oteller buraya gelememiş, bunun neticesinde aşırı zengin turistler ve onlara yönelik aşırı abartılı eğlence anlayışları burada yok. O yüzden burası orta sınıf tatilcilere kalmış; şehrin büyük kısmında küçük oteller, pansiyonlar var; zaten şehir minicik, on dakikada bir ucundan öteki ucuna yürüyebiliyorsunuz.

***
Kaş’ın hemen karşısında Yunanistan’a ait Meis Adası var. “Meis” Yunancada “göz” demekmiş, geçmişte herhalde bir “Kaş-Göz” ilişkisi kurulmuş bu ikili arasında. Yüksek bir yerden adaya doğru bakınca bu benzetmenin ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz.
***
Kaş’a aşk şehri diyorlar. Zaten “kaş” kelimesinin harflerini bir karıştır, “aşk” oluyor J Gerçekten öyle galiba, dün şehir merkezinde yürürken şöyle bir çevreme baktım metrekareye en az 3 çift düşüyor! Şehrin dar sokakları, morlu beyazlı begonvilleri, misler gibi kokan yaseminleriyle eski evleri, bu evlerin alt katlarına serpişmiş şirin Yunanvari kafeler, bu kafelerin rengarenk kapıları ve sandalyeleri insana huzurlu bir sevgi ortamı sunuyor. Şehir küçük dedim ya, ikinci üçüncü günden sonra sanki bütün şehri tanımaya başlıyorsunuz. Şehrin bir parçası oluyorsunuz. Kendimi şimdiye kadar hiç turist gibi hissetmedim. Şehrin neredeyse tamamı Gezi Parkı direnişini destekleniyor. Nereden mi anladım? Bütün kafelerde "Diren Gezi Parkı, Kaş Seninle" yazılı bir afiş asılmış.

***
Teke Yarımadası’nın geri kalanı gibi burası da biraz zamanlar Lidya devletine ev sahipliği yapmış. Şehrin her tarafına koyulmuş soylu mezarları, bize şehrin geçmişini ve de ölümün yakınlığını gösteriyor. Rivayete göre Lidyalılar ölümden korkmadıklarını göstermek için mezarlarını gündelik hayatın hemen içine, çarşıya, pazara, parka vs. koyarlarmış. Garip bir gelenek... Şehirde bulunan bir diğer eski yapı Antiphellos isimli amfitiyatro. Denize doğru çıkıntı yapan burnun anakaraya yaklaştığı yerde bulunuyor ve tam olarak Meis Adası’na bakıyor. Çevresi zeytin ağaçlarıyla dolu. En üst katına çıktığınızda, karşısına harika bir deniz manzarası çıkıyor, zeytin ağaçlarının uzayıp bittiği yerde Toroslar başlıyor; birden kendinizi Antik Çağ’da hissedebiliyorsunuz. Zeytin demişken... Güzel ve zarif zeytin ağaçları herhalde bu güzel şehrin sahipleri... Şehrin dört bir yanındalar, evlerin bahçelerinde, sokaklarda, dağlık alanlarda, deniz kenarında... Bu zarif ağaçlara baktığımda önlerinde saygıyla eğilesim geliyor... Muhtemelen şu an şehirde dolaşan bütün insanlardan daha yaşlılar... Aralarında ta Lidyalıları görenler bile vardır muhakkak... Lakin tek dertleri yeni zeytinler vermekmiş gibi öylece duruyorlar ve denizden esen meltemin esintisiyle hafif sallanıyorlar... Üç gündür dolunay var ve dolunayın ışığı altında ilahi bir güzelliğe bürünüyorlar... Kaş’a bir dolunay vakti gelip Antiphellos’a çıkıp denize, dağlara ve güzel zeytin ağaçlarına bakıp belki tarihin belki coğrafyanın belki doğanın kalbine dalmalısın dost. Beni bırakın sabaha kadar zeytin hikayesi anlatırım J
Antiphellos'tan
***
Kaş’ın bir güzel özelliği Patara’ya, Fethiye’ye, Kaputaş’a, Olimpos’a, Kekova’ya yakın olması. Üstelik Kaş, dalma, yamaç paraşütü gibi sporların yapılabildiği, güzel turlara çıkılabilen bir şehir. Biz Saklıkent Kanyonu turuna katıldık, safarivari bir tur. Yapmak isteyenler için ayrıntılarını yazayım, sabah 10’da yola çıkıp Üzümlü Köyü’ne gittik, orada bir çay içtik, safari jiplerinde su savaşı yapılacağı söylendi, içi su doldurulmuş  balon satan çocuklardan balon dolu bir poşet aldık, her biri 12 kişiden oluşan 4 jip vardı, biz başta pek gönüllü değildik, balon alma konusunda ama yola çıkıp da savaş başladığında, keşke daha alsaydık diye hayıflandık, eğlencili bir aktivite oldu. Sonrada Saklıkent kanyonuna gittik, bu gibi sudan geçip kanyon boyunca trekking yaptık; kanyonun içinde yürümek keyifliydi. Sonrasında tura dahil olan yemeği yedik (açık büfe meze artı balık veya tavuk) içinden nehir geçen bir restoranta. Ardından Xanthos antik kentine gittik, sonrasında Patara Plajı ile Kaputaş plajını ziyaret ettik. Antalya’daki güzelliklerin çeşitliliğini takdir etme şansı bulduk J Patara plajı sıcak, kumlu ve sığken kanyonun denizle buluştuğu bir noktada bulunan Kaputaş plajı soğuk, taşlı ve derindi. Kaputaş plajına falez gibi bir yerden uzun bir merdivenle iniliyor, yukarıdan harika bir manzarası var. İki yüzüşten sonra Kaputaş’ın üst kısmındaki köprünün orda durup gün batarken karpuz yedik. Bu turun ücreti 60 tl idi. Bizim yapmadığımız ama sizin yapabileceğiniz bazı turlar hakkında da bilgi vereyim dostlar. Denizden Kekova turu en çok övülen tur. Deniz kenarındaki tarihi kalıntılar görülebiliyor ve bazı güzel yerlerde yüzülebiliyor, öğle yemeği dahil küçük teknelerde 60, büyük teknelerde 45 TL. Dalma 35 Euro. Yamaç paraşütü de 200 TL. [Yamaç paraşütünü yapmak içimde kaldı. Bana baya pahalı geldiği için başka zamana kaldı J Yapmak istediğim her şeyi de yapmayayım zaten, yaşamının bir anlamı kalsın ;)]   Genelde fiyatlar standart. Ayak üstü şehrin tanıtımını yaptım resmen. Ha bir de yeşil pasaportu ya da Schengen’i olanlar için Meis Adası’na gitme şansı var. O da 60 TL. Bu arada evdeki radyolar ilginç şekilde sadece Yunan radyolarını çekiyor. Kahvaltı ederken her gün Yunan müzikleri dinliyoruz. Çok keyifli oluyor, hatta frekans da vereyim 104.3. Güzel müzikler çalıyor. Arada Türkçesi de olan bazı şarkılara denk geliyoruz. Yunanlarla ortak bir şeyler paylaşmaktan çok keyif alıyorum J Keşke şu burnumuzun dibindeki Meis’e vizesiz gidebileydik.
Kafelerden herhangi birini övmeyeceğim, hepsi güzel hepsine gidebilirsiniz. İyi sebze meyve yemek isterseniz, Cuma günü kurulan semt pazarına gidin, biliyorsunuz Türkiye’de en güzel sebze meyve Antalya’dan çıkar. Sakın marketlerdekinden almayın, cumayı bekleyin ;)

***

Ben bu şehri çok sevdim arkadaş! Sokaklarını, sükunetini, denizini, doğasını, dost alakargaları, arada bir evin yanından geçip giden arap bülbüllerini, gün boyu dağdan süzülme oyunu oynayan kumruları, masmavi denizi, begonvillerin morunu, yaseminlerin kokusunu, zeytinin yeşilini, Toros’un heybetini, yakamozlarının davetkarlığını... Kaş’a aşk ve Kaş’ta aşk başka...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder